29 Kasım 2012 Perşembe

''Komünist Manifesto'' okunmalı



   Komünist olmak önemli değil. İster liberal ol, ister emperyalist, faşist, kapitalist... Önemli olan fikirlere saygı duymak, ve karşı fikirleri de öğrenmeye çalışmak. Bu açıdan bakıldığında, ''Komünist Manifesto''yu okumamış bir kişinin siyaset ve politika hakkında söz söylemeye çalışması, boşuna ağız yormaktır sadece.

  Karl Marx ile Friedrich Engels'in bu ortaklaşa çalışması, bir siyasi metinden ibaret aslında. Yani her seçim zamanı ellerimize tutuşturulan propaganda metinlerinden bir farkı yok. Yani Komünist Manifesto'yu okuyarak komünist olmaya karar veren ya da daha iyi bir ifadeyle, komünist görüşü kendisine gömlek edinen bir kişi, zaten beyni yıkanmaya hazır birisidir. Yani ona kapitalizm hakkında bir bildiri okuttuğunuzda da alacağınız tepki aynı olur demek istiyorum. Komünist Manifesto'yu okuyunca bir aydınlanma falan yaşanmıyor anlayacağınız. Zaten bildiğiniz şeyleri, eli yüzü düzgün ve daha da önemlisi, etkileyici bir üslupla dinlemiş oluyorsunuz, hepsi bu.

  Peki nedir Manifesto'yu bu denli önemli bir metin yapan?

1-Komünizmi birinci elden okumak.
2-Marksizm fikrinin tohumlarını görmek.
3-En etkili Proleter-Burjuva ayrımını görmek
4-Komünizmin esaslarını en net haliyle öğrenmek.

  Friedrich Engels, her zaman bu metni kendisinin kaleme almadığından, neredeyse bütünüyle Karl Marx'ın eseri olduğundan dem vurur. Bu yaptığı büyük bir alçakgönüllülük ve dostluğa sadakattir. Ama... Bunun böyle olduğunu bile anlayamayan bazı geri kafalı insanlar, bu eseri bütünüyle Marx'a atfetmekten geri durmazlar. Ey dostlarım! Evet, Manifesto'da belli bir oranda Marx etkisi gözle görülür bir şekilde vardır, bunu kabul ediyorum ve evet, Marx bu eserin baskın kişiliğidir. Ancak bu eserin anası Marx'sa, babası da Engels'dir diyorum, ve herkesin de böyle düşünmesi gerektiğini savunuyorum.

  Sonuç olarak, Komünist Manifesto XIX. yy'ın en büyük eseri değil. En kalitelisi hiç değil. Ya da en güzel, en anlamlı, en hoş. Ama yine de en önemlisi. Bu eseri, dünya üzerinde yaşayan her vatandaş okumalı ve öğrenmeli. Komünist Manifesto okunmalı. Das Kapital okunmalı. Nutuk okunmalı. Mein Kampf okunmalı. Bu diyalektik eserleri okumayan bir ''dünya vatandaşı''nın politik ya da siyasi konuşmalar yapması, boşa tükürük tüketmesidir yalnız...

        5/10

24 Kasım 2012 Cumartesi

Fuar Notları



  Yüzyıllık geyikle başlayalım: Çok kalabalık! Eğlenmek ve keyif almak için gittiğiniz bir yerde, bu derece bir kalabalığın olması, hani neredeyse adım başına üç kişinin düşmesi kadar kötü bir şey olamaz. Kaybolan ufacık ilkokul çocukları mı dersiniz, sadece etrafa zarar vermek için gelmiş liseliler mi, çocuklarını kaybeden veliler mi? Büyük bir curcuna var 31. Tüyap Kitap Fuarı'nda. Tıpkı geçen senelerde olduğu gibi...

  Ayrıca son derece uzak bir mevkide. Beylikdüzü, nereden baksanız, şehir merkezine bir buçuk saat uzaklıkta bir mesafede. O kadar uzun bir yolu çekip üzerine bir de fuardaki bu karışıklığı görünce, sinirlerinize hakim olmamanız imkansız. Nitekim sinirine hakim olamayan da pek çok insan var fuarda. Sadece benim gittiğim iki gündeki toplam bulunduğum 5 saatlik zaman diliminde, on beşten fazla kavga ve gürültüye denk geldim. Ancak özellikle perşembe günü saat 2 sularında giriş kapısı önünde yaşanan aşırı büyük kavga, gerçekten böylesi büyük ve güzel bir organizasyona yakışmayan cinstendi. Böylesi güzel bir fuarın, tekrardan olması gerektiği gibi İstanbul'un merkezine, eski yerine, TRT binasının bulunduğu bölgeye gelmesi şart! Hazır TRT binası da boşaltılıyorken..

  Bu kadar kötü yönün ardından, güzel taraflara gelirsek...

  Fuar her zaman olduğu gibi, tüm kitapseverlerin toplandığı, Encümen-i Şuara gibiydi. Normal zamanda bir tane kaliteli kitapsever bulunca sevinçten göklere uçacak insanlardan olan ben, fuarda bu kadar kaliteli kitapseverleri ve okurları görünce sevinçten havalara uçtum tabii. Bulunduğum beş saat içerisinde, en az yirmi çok kaliteli kişiyle yaptığım pek kaliteli kitap sohbetlerinin lezzeti hala damağımda.



  Kitapların ucuz olması, biz kitapseverlerin alacağımız kitaplardan da fazlasını almamızı sağladı şüphesiz. Özellikle arka planda kalan yayınevlerinin yaptığı ve %50-60'a varan indirimler sayesinde, hiç tanımadığım yazarlardan, ilginç kitaplar bile topladım desem yalan olmaz. Genel olarak da indirim fiyatları iyi düzeydeydi. İş Bankası yayınları, NTV yayınları, İthaki, Altın Kitaplar, YKY, Doğan Kitap gibi kalburüstü yayınevleri bile, %30 oranında yaptığı indirimleriyle, biz okuyucularının yüzünde güller açtı. Ancak burada değinmeden geçemeyeceğim bir yayınevi var ki ne kadar kızsak az: Can Yayınları. Can Yayınları her zaman yaptığı gibi, okur kitlesini keriz yerine koymuş ve sadece %20'lik bir indirime gitmeyi ''uygun görmüş.'' Ayrıca kendini beğenmiş stant görevlileri de cabası! Can Yayınlarının bu politikasından bir an evvel vazgeçmesi ve kitap fuarında, tıpkı diğer yayınevleri gibi yüksek oranlı indirimlere gitmesi bir zorunluluk.

  Tüyap'tan bir klasiği yerine getirmeden çıkamazdım hiç şüphesiz: Bol bol kitap ayracı toplamak! Sonunda kendimi eve attığımda, 75'i aşkın kitap ayracına sahip olduğumu gördüm. Bunlar da kitaplığımın en muhtelif yerine kuruldular tabii ki.

  Her şeyden öte, bu sene de iyisiyle-kötüsüyle güzel bir fuardı ''31. TÜYAP Kitap ve Kültür Fuarı''. Keyif veren ve kaliteli insanlarla tanıştıran, eve dönüldüğünde, insanların yüzüne hoş bir gülümseme konduran, kaliteli kitaplara sahip olunmasını sağlayan, bol bol kitap almaya sizi teşvik eden, sizi mutlu eden...




   Aldığım Kitaplar


  • Lev Tolstoy - Savaş ve Barış - Can Yayınları
  • Lev Tolstoy - Sivastopol - İş Bankası Yayınları
  • Platon - Gorgias - İş Bankası Yayınları
  • Agatha Christie - Roger Ackroyd Cinayeti - Altın Kitaplar
  • Agatha Christie - İskemlede Beş Ceset - Altın Kitaplar
  • Agatha Christie - Acı Kahve - Altın Kitaplar
  • Fyodor Dostoyevski - Tatsız bir Olay - Can Yayınları
  • Emile Zola - Suçluyorum - Can Yayınları
  • Scott Fitzgerald - Muhteşem Gatsby - Everest Yayınları
  • David Mitchell - Bulut Atlası - Doğan Kitap

10 Kasım 2012 Cumartesi

Dostoyevski'nin Yeraltından... ''Yeraltından Notlar''



  Dostoyevski'nin çoğu eserinde kullandığı dil olan "sürprizin" bu kitabında kullanılmaması, normal olarak çoğunluk diye bir köşeye ittiğimiz kitaplarından ayrılmaktadır. Bir köşeye ittiğimiz dediğim kitaplarını daha alçak gördüğümden değil ama, o dili kazanması ya da o dile geçiş yapmasını sağlayan kitap, bu kitaptır. Bu kitabın ardından suç ve ceza gelmiştir, bu kitabın ardından ecinniler, budala, karamazov kardeşler, gelmiştir. bir miltattır, bir geçiş kitabıdır Dostoyevski için. Ne ölüler evinden anılar'a, ne Ezilmiş ve Aşağılanmışlar'a, ne de İnsancıklar'a benzemektedir. Varoluşçuluğun bir temsil kitabı olduğu söylenmektedir. Ama yadsınamaz bir gerçek ki, nihilizmin ve daha sonra varacağı mutlak hıristiyanlığın (Tolstoy'un anlayışından uzak) ve onun felsefesinin de bir temelidir bu kitap. Aslında sadece bir roman olarak incelediğimizde, edebiyat alanı içerisinde değerlendirdiğimizde, zevk almaktan öte, insanı sıkma potansiyeli bile taşır. Uzun ve gereksiz diyaloglar, karşısındaki kişinin içini okuyan karakterler, kızılmayacak sözlere kızmak... Ama bu sadece edebiyat sahası içerisinde değerlendirince ortaya çıkan sonuçtur. Felsefik bir takım ögeler yükleyip, ona bağlı olarak okunduğunda ise, o gereksiz diyaloglar diye bahsettiğimiz raddede, önemli nüanslar, karşısındaki kişinin içini okuyan karakterlerin, anlamazlıktan gelme davranışları ardında, olması gereken bir arkaplan ve bu ikinci değerlendirmenin bize getirdiği son ihtiyaç ile de, neden kızıldığının göstergesi ortaya çıkmaktadır. Dostoyevski öyle bir yazardır ki, bize ne sadece edebiyat, ne de sadece felsefi açıdan değerlendirme hakkı tanımaktadır.

  İlk bölümde, yani "yeraltı" adı verilen bölümde, kendince neyin, ne olduğuna dair bilgiler verir.Felsefi enfrastrüktür ilişkisini kurar. İradenin önemsizliğinden, her şeyin cetvel ve analitik ya da geometri ile belirlendiği yerde maceranın gereksizliğinden, heyecanın yitip gittiğinden bahseder. "İş cetvelle aritmetiğe dayanınca, iki kere iki yalnızca dört ediyorsa, iradenin lafı mı kalır! iki kere iki, iradem karışmasa da dört edecek. irade bu mudur!" diyerek konuyu özetler. Her şeyin, her olayın bu şekilde çözüldüğünü veya çözülebileceğini söyleyenlere ise, yaşamanın ya da heyecanın bir öneminin kalmadığını bildirerek sahneden çekilir. Sıradan bir insan olma arzusu taşır, zeki bir insanın ya da her bir olayı anlama kapasitesine sahip insanın sıkıcılığından ve sıradan insanın karşısındaki durumundan bahseder. Sıradan insan karşısında, zeki insanın bir fareden ibaret olduğunu söyler. İlk bölüm bu tarz anlatılar eşliğinde son bulur.



İkinci bölüm ise, yani "notlar" bölümü ise, ilk bölüme göre yaşayışın bir tezahürünü ortaya koymaktadır. Zeki ya da anlama yeteneği üst sınırlarda olan insanın, sıradan insan ve ilişkiler karşısında nasıl da madara olduğundan, onun kimsenin nezdinde arkadaş yerine bile konmamasından bahseder. "Yeraltında yaşayan kişinin", normal yaşama ayak uyduramayıp, her olayı nasıl da yanlış değerlendirdiğinden söz eder. İlk bölümün edebi ya da somut gölgesini düşürür.

  Arkadaşlar ve onlarla birlikte hareket etme, aralarına girme gayesi ve bir kadın... Tabii ki bir Dostoyevski eseri, böyle değerlendirilemez. Tabii ki bu kalıplar içerisine sokulamaz, ama ben kendimi bu esere böyle bir nitelik kazandırmaktan alamıyorum.

  Bir yandan, bitmeyen yalnızlığa, gelişen yalnızlığa, diye şiirler okurken, bir yandan da onu doğrulayacak bir roman okumak gerçekten çok etkileyici olmaktadır. İşte böylesi bir durumda, "notlar" bölümünde "gelişen yalnızlığı" okuduğumda, kendimi tamamlamış buldum. En azından duygusal olarak ve o an içerisinde tamamlandığımı hissettim. Yalnızlığın verdiği acıyı, yalnızlığın verdiği güzelliği anladım. Bu noktadan sonra varoluşçuluk denizinde o kıyıdan bu kıyıya sürüklendim. Sıkmayan tek geveze, denizdir, diyen yazar aklıma geldi. bir selam da ona yolladım. Umutsuzluğa sürüklendim, nasıl da çaresiz olduğumuzu gördüm. Ama artık umut etmenin değil umutsuzluğu düşlemenin daha mantıklı olduğunu anladım. Hem çok zamandır umutla yaşayıp, umutsuzluğun ne demek olduğunu unutmuştum. Güzel oldu, hatırladım ve doğru yolu buldum. Hiç farketmez, herhangi bir hedefe ulaşmaktaki en önemli yol, ilk başta onu kaybetmektir, gibi vecizeler ürettim.

  Arkadaşlar, dedik ve bir kadın. bunların nasıl da insanı rastgele kendini kanıtlama çabası içerisine soktuğundan söz etmedik. Aslında bunlardan konuşmak benim harcım olmasa da, boyumu aşan sulara atlamaktan da vazgeçecek değilim. Bu romanda arkadaşlık ilişkileri, gerçekten tamamen gereksiz olarak değerlendirilmiştir. Onların içerisine çıkıp, hiç de soylu olmayan ya da felsefi içeriği olmayan tartışmalar yapmak, bir "yeraltı" insanının en başta şanına aykırıdır.En azından benliğini sorgulayışında sürekli bu saçmalıklar aklına geleceği için, bu tarz sığ muhabbetlerden kaçınmak ve bunun içinde insanlardan kaçınmak gereklidir. Her düşüncede olduğu gibi, dimağda kabul gören bu anlayış, hayatın kendisinde bir karşılık bulamamıştır. Arkadaşlara, insanlara ihtiyaç duyulmuş, onlarla olup, konuşulmak istenmiş ve bu nokta da, yani düşüncelere ihanet edilmesi noktasında, "yeraltında" yaşayan kişinin felaketi başlamıştır. Onlara dahil olmak istemiş, yanlarında olabilmiş ama içlerine girememiş bir insanın portresi anlatılmıştır, "notlar" bölümünde. İçini sarhoşluk ile kin ve intikam duygusu sarmıştır. Sarhoşluk, hiçbir alkolün veremeyeceği düzeyde bir serkeşlik yaratmıştır. Bu asiliğin karşılığında, aşağışlanmış, düello tekfili bile üstünde düşünülecek bir olay olarak karşılanmamıştır. İşte tüm bu edimler doğrultusunda, sarhoşluk daha da yoğunlaşmış, garaz hissi artmış ve neler yapılacağı düşünülmüştür. En nihatinde kadınlara giden arkadaşlarının peşinden gitmiş, onları bulamamış ve bir kadın üzerinden intikamını almaya çalışmıştır. Tüm kinini oradaki kadına kusmayı denemiştir. Kinine mazhar olan kişiler değişmiş, ancak içindeki duygular daha da farklılaşarak, bir hoşlanmaya doğru gidecek şekilde tahavvül etmiştir.

  Aslında yukarda dediğim gibi, konunun pek bir önemi yoktur bu romanda. Bu romanı okumanın zevki, tadı başkadır. Aynı eşeğin gölgesi davası gibi, aynı yabancı ve düşüş gibi güzel bir kitaptır. Bana kalırsa bu saydıklarımdan belki yabancı'dan üstün olabilir ama diğer ikisinden bir kalibre daha düşüktür. Hülasa güzel bir kitaptır. Okumak isteyenler, en başta Nihal Yalaza Taluy çevirilerini incelesinler. Daha sonra Mehmet Özgül, Ahmet Ekeş ile devam edebilirler. Bu çevirmenlerin bulunamadığı zaman Serpil Demirci istemeye istemeye önerilir ama sakın bunlardan başka çevirmenlerden okumayın, diyerek sahneden çekilirim.


Altı Çizilesi

  • Hastalıklı biriyim ben...
  • Zeki insalar önemli biri yapamazlar,yaparlarsa aptaldırlar gibi bir yanılgı ile geçiyor günlerim.
  • Becerikli ve iradeli biri, aynı zamanda aptaldır.
  • Anlamak ağır bir hastalıktır, üstelik tam anlamak gerçek bir hastalıktır.
  • Orta derecede bir insanın karşıtının, kevirgeden geçirilmiş anlayışlı kişinin normal insanı görünce duraklaması, o denli kendini seviyor olmasına rağmen bilerek ve isteyerek ve hatta tat alara sıçan olmayı seçmesidir.
  • Doğa yasaları benim istençlerime ve hislerime göre değilse bana ne matamatikten, bilimden. Duvarı yıkamayacaksam eninde sonunda deleceğim diye kendimi paralamam tabii; fakat yılmasına gücümün yetmeyeceği bir duvara da önümde görmek istemem.
  • İnsan adalet tecelli etsin diye öç alır derler. Sebep ortada; adalet. Öyleyse şimdi gönül rahatlığı ile öç alınabilir. Oysa ben ortada alalet ya da erdem göremediğim için sırf huzursuz olduğum için öç alırım. Huzursuzluğum beni huysuz biri yapar.
  • İnsanoğlu her zaman, her çağda, her yerde, her koşulda akıl mantığının ve hatta çıkarlarının gerektirdiği gibi değil, gönlü nasıl istemişsse öyle davranmıştır.

                                                                KÜNYE



Kitap İsmi: Yeraltından Notlar
Yazar: Fyodor Mihayleviç Dostoyevski
Yayın Yılı: 2009
Yayınevi: Can Yayınları                                   8/10
Sayfa Sayısı: 150
Baskı: VIII. Baskı

3 Kasım 2012 Cumartesi

Fısıldıyarak bile depremler yaratıyor... ''Tersi ve Yüzü''




  "Albert Camus"nun ilk ve birçoklarınca "en iyi eseri" olarak tanımlanan kitabı. Türkçesi "Can Yayınları"dan çıkmış. Türkçe çevirisi "Tahsin Yücel"e ait.

  Albert Camus'nun daha yirmi iki yaşındayken yazdığı ve ünlü olmadığı zamanların birinde bastırdığı bu kitap, Albert Camus'ya göre "son derece yavan"dır. ancak, birçok eleştirmene ve yine Camus'nun yakın dostlarına göre; "Albert Camus'nun en iyi eseri"dir. "İyidir - iyi değildir" tartışmaları bu kitapla ilgili en çok konuşulan şeylerden biridir. öyle ki; Camus bile bununla ilgili bir şeyler söylemek zorunda hissetmiştir kendini. Bununla alâkalı olarak, kitabın önsözünde Camus şöyle der: "Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer. Brice aldanıyor. (...) Hayır, aldanıyor, çünkü, deha bir yana, insan yirmi iki yaşında yazı yazmasını pek bilmez.". Hemen sonrasında da Camus, şöyle devam eder: "Ama sanatın bilgin düşmanı ve acımanın filozofu olarak Parain'in söylemek istediğini anlıyorum. Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımdakinden daha çok gerçek aşk bulunduğunu söylemek istiyor, haksız da değil.".



  Camus'ya burada hak vermemek elde değil: kitap gerçekten çok özel bir kitap değil. Acemice yazıldığı çok belli. fikirler birbirlerinin içine geçmiş ve birçoğu daha doğru dürüst tamamlanmadan diğeri başlıyor. Karman çorman fikirler yumağı gibi duruyor kitapta söylenenler; her şey aşırı şekilde düzensiz. Sakin bir kafa ile okunmadığı sürece kavranmıyor. "Anlatıcı"lar biterken araya müdahâleler giriyor. "Müdahale"ler biterken araya başka bir fikir giriyor... Toplaması zahmet istiyor. Karmaşıklık kitapta gırla.

  Bunun yanında bir de "Tahsin Yücel"in çevirisi olunca hepten kafa allak bullak oluyor. Fransız Hükümetinden en büyük devlet nişanını alsa da, "Tahsin Yücel"in Türkçesinden bir kitap okumak gerçekten sabır istiyor. Fransızcadan çevirdiği cümleler Türkçe değil daha çok Fransızca kalmış gibi duruyor. Cümle yapısı bile Fransızcadan esinlenerek bırakılmış neredeyse; o kadar özensiz! Zamanların uyumsuzluğu hat safhada. "Geçmiş zamanın hikâyesi"nden bahsederken "geniş zaman"a geçiliyor. "Geniş zaman"dan bahsedilirken "gelecek zaman"a... Cümlelerin başıyla sonu aynı zaman içermiyor; özne-yüklem uyumsuzlukları ayyuka çıkmış. Her şey inanılmaz özensiz ve dağınık. Her biri de göze acayip batıyor ve acayip rahatsız ediyor.



  Uzun lafın kısası, "Albert Camus"nun zaten acemilik yıllarında yazdığı ve fikirlerin birbiri içinde kaybolduğu bir eserin "Tahsin Yücel" çevirisiyle okunması iç yaralayıcı. Ne kitap size zevk verebiliyor bu noktada, ne de çeviri. İkisi de birbiri içinde eriyip gidiyor. Bu noktada "Albert Camus"ya hak vermek durumundayım: "Gerçekten insan yirmi ikisinde yazmasını çok iyi biliyor ama cümleleri bağlamasını pek bilmiyormuş!".

  Kitabın genelinde hâkim olan acemilik bir yana, kitaptaki düşünceler ve saflık gerçekten takdire şâyân. Hemen her şeyin somutlaştırılması ve mükemmel kelime-cümle oyunları, insanı kendine hayran bırakıyor.



 Altı Çizilesi

  • Yine de, evet, onura gereksinimim var, çünkü ondan vazgeçecek kadar büyük değilim.
  • Ama yaşam umudu yeniden doğmayagörsün, insanoğlunun çıkarları karşısında tanrı'nın bir ağırlığı yoktur. 
  • Bunun bir nedeni de yaşlı kadının sevgiyi hak gibi istenecek bir şey sanmasıydı. İyi aile anası bilincinden bir tür katılık, hoşgörüsüzlük çıkarırdı. 
  • Cennetlerin yalnızca yitirilmiş cennetler olduğu doğruysa, bugün içimden çıkmayan şu hoş ve insandışı şeyi nasıl adlandırmalıyım, bilmiyorum. bir göçmen yurduna döner. Bense, anımsıyorum.
  •  Basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği var. Ve ben bu gece yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında artık hiçbir şeyin önemi kalmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendinin öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı hep beni. 
  • O zaman bana doğru yükselen şeyin daha güzel günlerin umudu değil, her şey ve kendi kendim karşısında durgun ve ilkel bir ilgisizlik olduğu da gerçek. Ama bu fazlasıyla yumuşak, fazlasıyla kolay eğriyi kırmak gerekir. Sonra açık görüşlülüğe gereksinimim var. Evet, her şey basit. İnsanlar karıştırıyor işleri. Masal anlatmasınlar bize. Ölüm mahkûmu için 'topluma borcunu ödeyecek,' demesinler, 'kafası kesilecek,' desinler. Hiç önemli değilmiş gibi görünüyor. Ama ufak bir ayrım var arada. Hem sonra, yazgılarının gözünün içine bakmayı yeğ tutan insanlar da vardır.

                                                               KÜNYE


Kitap İsmi: Tersi ve Yüzü
Yazar: Albert Camus
Yayın Yılı: 1998
Yayınevi: Can Yayınları                                    6/10
Sayfa Sayısı: 87
Baskı: V.Baskı