30 Aralık 2012 Pazar

Aynıdır Bütün Ordular / Hemingway


Aynıdır bütün ordular
Namlıdır şöhretleri
Aynı eski gürültüyü çıkarır topçular
Yiğitlik delikanlılara özgüdür
Tümü yorgun gözlerle bakar eski askerlerin
Aynı eski yalanları dinler eski askerler
Her zaman sineklere yem olur ölü gövdeleri...

Ernest Hemingway

Agatha Christie Okumaları #1


  Agatha Christie, 80'in üzerinde polisiye roman yazmış, bununla da yetinmemiş, takma adlarla aşk romanları kaleme almış, tiyatro piyesleri yazıp sahneye koymuş büyük bir yazardır, polisiye edebiyatın en büyüğüdür hem de. Dil ve anlatım anlamında sürekli eleştirilmiş, zaman zaman yerden yere vurulmuştur Agatha Christie, dile yeteri kadar önem vermediği söylenmiştir, ki bu doğrudur da. Gerçekten çok başarılı bir dili yoktur Christie'nin. Ayrıca romanlarında sürekli hile yapmakla suçlanmıştır. Eğer eleştirmenler dil ve anlatım konusunda Agatha Christie'yi eleştirmekte haklılarsa, mevzubahis konuda iki kere haklıdırlar. Agatha Christie, okuruna büyük bir saygısızlık gösteren bir yazardır aslında. Polisiye romanlarında sık sık hileye başvurur. Peki nedir bu hile mevzusu?

  Neredeyse tüm Agatha Christie polisiyelerinde bir cinayet işlenir, ve o cinayeti çözmek için Poirot-Marple ikilisinden birisi kesinlikle oradadır. Bu kahramanlarını kullanmadığı eserlerinin sayısı yarım düzineyi bile geçmez. Biz ele Poirot'u alalım. Poirot, mevzuyu öğrendikten sonra harıl harıl cinayet hakkında çalışır ve küçük gri hücrelerini kullanarak suçluyu bulur. Öykünün sonunda tüm karakterleri bir yere toplayarak katilin kim olduğunu açıklar. İşte Christie'nin ''Küçük Gri Hilesi'' burada açığa çıkar. Cinayetin çözümünde kilit rol oynayan bir delil roman boyunca bizden saklanmıştır! Biz okurlar da o delili asla bilmediğimiz için katili bulmamız imkansız hale gelir. Eğer ki katili bulduysanız pek sevinmeyin, çünkü bu ancak sallamasyon bir tahmindir, siz öyle düşünmeseniz de.

  Christie'nin eleştirildiği daha onlarca nokta vardır, buna rağmen -kendisini kıyasıya eleştiren edebiyat çevreleri dahil- Agatha Hanım günümüzde büyük bir yazar olarak saygıyla anılıyor ve günümüz kuşağının yazarlarını bile eserleriyle etkileyebiliyor. (Ahmet Ümit desem?) Peki nedir majestelerinin bu büyük sihri? Bu kadar sevilmezken nasıl bu kadar sevilmeyi başarabiliyor, ya da bunun tam tersi? Cevabı basit sanırım:Herkese, her yaşa, her cinsiyete, her akla, her keyfe, her inanışa hitap etmesi ve her romanında belli bir düzeyi tutturmuş olması.

  Ben de severim Christie'yi, lanet olsun ki severim. Onun o sıradan dili belki de beni çeken, bilmiyorum. Romanlarındaki yüksek tabaka kahramanlarıyla kıyasıya dalga geçmesidir belki de sevgimin sebebi. Neden olduğunu bilmesem de, Christie'yi seviyorum. Ancak onun külliyatının henüz başlarındayım. Geçen hafta yaptığım maraton sonunda, Christie'nin Ölüm Diken Üstünde ile Roger Ackroyd Cinayeti adlı eserlerini de okuduğum Agatha kitaplarına kattım.Yeni katılan bu iki eserle birlikte, okuduğum eser sayısı da 8'e yükselmiş oldu. Yaptığım hesaplamalarla, şu anda bulunduğum yerden altı sene sonrasında bütün Agatha kitaplarını bitireceğimi gördüm, bu da demektir ki gençlik yıllarım Agatha okumakla geçecek. Bundan memnun değil miyim? Kesinlikle hayır! Eğer bu dönemlerde okunacak polisiye kitaplar varsa, bunların başında Agatha Christie gelmeli diye düşünüyorum.

 Agatha Christie hakkında bu kadar yazıdan sonra, birazda yeni okuduğum kitaplarına göz atmaya çalışayım. Ne kadar başarılı olacağım, orasını bilemiyorum, ancak denemekten de sakınmayacağım. Hadi bakalım.

1-Roger Ackroyd Cinayeti   

  Bugüne kadar okuduğum en iyi Agatha Christie kitabı! Hem de 'On Küçük Zenci' gibi, 'Şark Ekspresinde Cinayet' gibi, 'Nil'de Ölüm' gibi genelde Agatha'nın en iyi kitapları olarak anılan eserlerini okumuş birisi olarak söylüyorum bunu ve bunu söylerken kendimden o kadar eminim ki. Gerçekten çok sürükleyici bir kitap, gerçek anlamda sizi kendisine bağlayan bir kitap. 270 sayfa gibi Agatha külliyatı içerisinde uzun sayılabilecek bir sayfa sayısına sahip olmasına rağmen, kendisini bir an bile tekrar etmiyor, ki bence bu çok büyük bir başarıdır, özellikle polisiye türünde ve Christie özelinde.

  Kitabın konusu kısaca şöyle: Poirot, pis işlerden elini ayağını çekmiş, Kings Abbot köyüne yerleşmiş kabak yetiştirmektedir. Ancak onun kim olduğunu kasabadan çok az kişi bilmektedir. Bir gün köyde, kimin yaptığı anlaşılamayan bir cinayet işlenir. Poirot da, doktor dostuyla birlikte cinayet dosyasına el koyar ve katili bulmaya çalışır.

(Bu bölümden sonrası 'sürprizbozan' içerebilir, kitabı okumayanların bu bölümü geçmelerini tavsiye ederim!)

Agatha Christie gerçekten müthiş bir kurgu kuruyor, buna evet. Ancak yukarıda bahsettiğimiz hilenin en büyüğünü işliyor bu kitapta: Anlatıcıyı katil yapıyor. Kitabı okuyan hiç kimsenin anlatıcıyı katil olarak düşünemeyeceğini biliyor Christie, bu sebeple böylesine ucuz bir numaraya başvuruyor.İnsanın aklına şu da gelmiyor değil; evet, biz anlatıcıdan asla şüphelenmeyiz, peki kitaptaki diğer kahramanlar neden doktordan şüphelenmeyi bir an bile düşünmüyorlar? Hiç kimse de mi çıkıp 'Yav doktor bey, siz cinayet sırasında napıyordunuz? Maktulü en son gören sizsiniz, bu ne ayak?' demez? Bu konu hakkında yarım düzine eleştiri kitabı da yazılmıştır, aklıma ilk gelen örnek, ''Roger Ackroyd'u kim öldürdü?'' oluyor hemen. Ancak eser tüm her şeye rağmen, gerçek anlamda başarılı ve kalite kokan bir polisiye roman. Okumanızı da kesinlikle tavsiye edebileceğim bir Christie romanı.

7/10

2-Ölüm Diken Üstünde

  Christie'nin gerçekten hastalıklı bir beyni var. Bunun sebebi de çok açık bence. Çok az romanında cinayetler normal ortamlarda meydan gelir çünkü. Genelde, romanlarındaki cinayetler ya masaj salonlarında, ya bar köşelerinde, ya bir adada, ya bir uçakta, ya da bir gemide meydana gelir. (İsterseniz bu örnekleri daha da arttırabilirsiniz tabii.) Ölüm Diken Üstünde, bu seçeneklerden uçakta geçmekte olanı.

  Poirot, bir uçak yolculuğu sırasında bir cinayete tanıklık eder. Bu cinayeti çözmek için kolları sıvayan Poirot'nun ilk yaptığı şey, uçakta yolculuk etmekte olan dokuz kişi ile iki hostu tek tek sorguya çekmek olur. Bu sorgularda kendisine Scotland Yard ile Fransız polisi de yardımcı olacaktır. Kolluk kuvvetlerinin yardımı ve küçük gri hücreleri sayesinde Poirot, katilin kim olduğunu bulur ve aynı zamanda bir kızın da geleceğini kurtarmış olur.

  Ölüm Diken Üstünde'yi genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak Roger Ackroyd'un üstüne okuduğum için, gözümde biraz yetersiz kaldığını da belirtmeliyim. Agatha Christie'nin sıradan romanlarından diyemem, ancak en üst düzey kitaplarından da değil kesinlikle. Bu haliyle, orta karar bir şekilde duruyor Ölüm Diken Üstünde. Eğer dostlarınıza hediye almak isterseniz, güzel bir tercih olabilir.Ayrıca hiç Agarha Christie okumamış bireylerin de bu kitapla başlamaları yerinde olabilir, çünkü kendilerini Christie'ye bağlamak için her şey var kitapta: Kaliteli bir üslup, Hercule Poirot ve İngiliz Beyefendiliği!

5/10

22 Aralık 2012 Cumartesi

En güzel ''Devlet'' ideası



    Eski Yunan zamanı Atina’sında darbe yaşanıp demokrasi askıya alındığında, Sokrates çok büyük bir suçlamayla karşı karşıyaydı: Gençleri tanrısızlığa itmek! Cezaya çarptırılacağı da, ne cezası alacağı da çok önceden belliydi, ancak demokrasi kılıfı altında, göstermelik mahkemeler düzenlendi. Mahkeme sonucunda, çok önceden belirlenmiş ceza açıklandı: Ölüm. Ölüm şekli olarak ise, baldıran zehrinin yol açtığı kalp krizi tercih edilmişti. İdam günü geldiğinde Sokrates, Baldıran zehrini celladının ellerinden almış ve kendi elleriyle, Platon’un tabiriyle ‘’şarap içercesine’’ kafasına dikmişti. Bunu niye yaptığı ise, çok sonraları Platon tarafından açıklandığında, büyük bir şaşkınlığa yol açtı. Sebep şuydu: Celladını katil yapmamak… Böylesine erdemli ve ahlak sahibi, ‘’iyi ideası’’na inanan birisiydi Sokrates…

  Size çizdiğim bu Sokrates profili bile, Devlet adlı eseri okumak için büyük beklentiler oluşturuyor değil mi? Böylesine erdemli birisinin, milenyumlar boyunca sürecek en erdemli devletin sırlarını vereceğini düşünüyorsunuz. Ben de öyle düşünmüştüm. Yanılmışım…

  Eser, kitap kitap ilerliyor ve toplamda on kitaptan oluşuyor. Eserin ilk dört kitabını bitirdiğimde, beklentimi bile aşan bir başyapıtla karşılaştığımı söylemeliyim ilk başta. Ancak zincirin koptuğu yerler bundan sonrası oldu.



  Beşinci kitap ile birlikte, hiç ama hiç katılmadığım fikirleri birbiri ardına dizmeye başladı Sokrates. Seçkinlerin devleti yönetmesi, halkın yönetimde söz sahibi olmaması, herkesin eşitlik içerisinde yaşayıp kazandığının yarısını devlete vermesi, kadınların paylaşılması, çocuklara anne-babalarının kim olduğunun öğretilmemesi, akıllı çocukların alınıp küçüklükten itibaren yetiştirilerek devlette söz sahibi yapılması, akılsız olanların göz ardı edilmesi, tabir-i caizse çürük muamelesi yapılması… Her birisi son derece mantıklı ve devletin güçlenmesine birinci derecede etki edecek sebepler, buna tamam. Ancak el insaf, vicdan denen bir şey de yok mu? Filozof olup olmamak önemli olmamalı bu noktada. Vicdan önemli olmalı, insaniyet hem de. Bu kadar akılcılık, bu kadar rasyonalistlik de fazla bence.

  Platon’un büyük mağara istişaresi de bu eserin yedinci kitabında ilk kez ortaya çıkıyor. İdealar evreni ve günümüz evreni hakkında yaptığı ayrım, gerçekten ufuk açıcı ve son derece aydınlatıcı. Üzerine düzinelerce kitap yazılmış ve büyük profesörler tarafından incelenip açıklanmış bir konu hakkında kelam etme haddini kendimde bulamadığım için, bu deney hakkında söyleyeceklerim sadece bununla sınırlı olacak.

  Devlet’in ahlaki yapısını kötüledim evet, ancak yine de çağlar sonrasını bile etkileyecek bir eser olduğundan dolayı hakkını vereceğim tabii ki. Faşizm, Komünizm, Sosyalizm gibi siyasi akımların temelini oluşturuyor Devlet. Bu anlamda kesinlikle okunulması ve bilinmesi gereken bir kitap.

  Hatırlarsanız, geçen ay blogumda Karl Marx ve Friedrich Engels’in yapıtı Komünist Manifesto’yu incelemiştim. Devlet’i okumadan önce okumuş olduğumdan dolayı son derece etkilendiğim bu eser, artık o kadar da etkilemiyor beni, çünkü temelde ve özelde bahsettiği bütün şeylerin Devlet’de zaten bulunduğunu gördüm. Bu da devletin aslında ne derece önemli bir yapıt olduğunu gösteriyor sanırım.

  Sonuç olarak Devlet, anlattıklarıyla da, etkiledikleriyle de son derece önemli ve dikkate değer bir kitap. İçerisinden alacaklarınız sizi enterese eder, ben memnun olmadım, ancak memnun olanı da mutlaka çıkacak ve kendi alıcısını da bulacaktır.

                                                               KÜNYE


Kitap İsmi: Devlet
Yazar: Platon
Yayın Yılı: 1999
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları        7/10
Sayfa Sayısı: 369
Baskı: XXVI. Baskı

13 Aralık 2012 Perşembe

Yılbaşı Kitaplığı



  Merhaba sevgili kitap dostları! :) 2012 yılını bitirmeye hazırlandığımız şu günlerde, yeni yıl coşkusu da tüm benliğimizi sarmaya başlamış vaziyette. Yeni bir yıl yeni umutlar demek, yeni beklentiler demek, yeni sevinçler ve yeni üzüntüler demek. Ve de yeni kitaplar!

  Herkesin ideal yeni yıl eğlencesi farklıdır. Kimisi partilerde çılgınlar gibi dans ederken, kimisi publarda biranın dibine vururken, kimisi sessizlik içerisinde ve şehirden uzaktayken, kimisi karlar altında kayarken, kimisi ailesiyle iken, kimisi tombala oynarken, kimisi de televizyondaki eğlence programlarını izleyerek yeni yıla girmek ister. Bunlardan herhangi birisini yermek ya da yüceltmek ne haddimize, kaldı ki yazımın konusu da bu değil. Bahsetmek istediğim şey başka...

  Yukarıda saydığım eğlencelerin her birisi ayrı değerlidir benim için, ancak hiçbirisi de benim ideal hayalim değildir... Yılbaşında, sıcak bir şömine başında, beyaz çerçeveli pencerenin ardındaki dünyada karlar yağarken, ısınmak için girilen yorganın altında, sıcak bir kahve eşliğinde okunan hoş ve güzel bir kitap eşliğinde yeni yıla girmek gibisi var mı? Şöminemiz yok belki, belki bu fazla hayalci bir düşünce. Ancak düşünmesi bile güzel.. Kaldı ki yılbaşının güzelliği de bu değil midir zaten?

  Benim bu hayalimi paylaşan yüzlerce insan olduğunun farkındayım, bu şekilde ortak bir fantezi olduğunun da. Peki, yılbaşında okunacak kitaplar nelerdir? Bununla ilgili bir dosya hazırlamak istedim nacizane. Liste şeklinde yaptığım bu dosyamda gözden kaçmış, eksik bir çok nokta vardır illaki, o yüzden şimdiden affola diyelim. Amacımızın sadece bu yolda bir arayış içerisinde olanlara küçükte olsa bir ışık yakmak olduğunu da belirterek.. :)

  Listemin en tepesinde, bu tarz derlemelerde her zaman en başlarda olan bir klasik eser var, büyük adam Charles Dickens'dan ''Bir Noel Ezgisi''. Klasik olarak bir-iki Agatha'yı da sokmaya çalıştığım listede, bir kaç küçük de sürpriz var. Bakalım ne diyeceksiniz.

                   Şimdiden tüm takipçilerimin yeni yıllarını kutlarım. Mutlu yıllar!. :)




  • Charles Dickens - Bir Noel Ezgisi
  • Victor Hugo - Sefiller
  • Victor Hugo - Notre Dame'ın Kamburu
  • Agatha Christie - Doğu Ekspresinde Cinayet
  • Agatha Christie - Noel'de Cinayet
  • J.R.R.Tolkien - Hurin'in Çocukları
  • Dan Brown - Kayıp Sembol
  • Franz Kafka - Amerika
  • Edmundo de Amicis - Çocuk Kalbi
  • Jose Moura de Vasconcelos - Şeker Portakalı
  • George Orwell - Hayvan Çiftliği
  • J.K.Rowling - Harry Potter ve Sırlar Odası
  • Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
  • Suzanne Collins - Açlık Oyunları
  • Stieg Larsson - Ejderha Dövmeli Kız
  • Ahmet Ümit - Beyoğlu Rapsodisi
  • Stephanie Meyer - Alacakaranlık
  • Rhonda Byrne - The Secret

10 Aralık 2012 Pazartesi

Ağıt, Günümüz gençliği üzerine ''Otomatik Portakal''



  Stanley Kubrick en sevdiğim yönetmendir. Bana kalırsa gelmiş geçmiş en büyük sinemacıların başında gelir, huzur içinde yatsın... Bu büyük sinemacı, ışık ve gölge oyunuyla edebiyatı her zaman küs kardeşler gibi görmüş, onları barıştırmak için de deyim yerindeyse kıçını yırtmıştır. Bunun en büyük ispatı da çektiği filmlerdir zaten. Yazıp yönettiği bütün ''başyapıtları'' aslında romanlardan uyarlanmıştır. İşte Anthony Burgess'in bu büyük başyapıtını da, Stanley Kubrick'in muhteşem ''Clockwork Orange''ı sayesinde tanıdım. Yaz aylarında seyredip ağzım açık hayran kaldığım bu filmin ardından aklımda tek bir düşünce vardı:Bu kitabı okumalıyım, hem de hemen! Eğitim sezonunun açılmasıyla birlikte okumaya vakit bulmakta zorlandığım bu eseri, sınavlardan fırsat bulduğum ilk arada okudum, hem de bir solukta. Daha ilk sayfasıyla beni kendisine bağlayan kitap, sadece iki gün içerisinde bitiverdi bile. Ve rahatlıkla söyleyebilirim ki...

  ...mükemmeldi. Alex ve dostlarının aşırı vahşi ve acımasız yaşamlarının bir panoramasıyla başlıyor kitap. Grubun klasik günlerinden birisi. Dört arkadaş oturmuş, müdavimi oldukları barda uyuşturucu katılmış sütlerini yudumluyorlar. Ardındansa, vardiyası gelen her işçi gibi, işlerinin başına geçiyorlar:Adam bıçaklayıp ev soymak, araba çalıp insanlara öfke kusmak! Bu dört dost arasındaki ilişkileri en ince ayrıntısına kadar anlamanızı sağlayan bu kısa giriş, ayrıca size genel bir atmosfer panoraması sunuyor ve okuyucuya ''benim dünyam işte bu. Kabulleniyor ve inanıyorsan okumaya devam et, yok eğer cevap hayırsa, kapı karşıda'' dercesine bir duruş ortaya koyuyor. Bu girişin ardından, kitabın esas gelişim gösterdiği kısımlar ardı sıra gelmeye başlıyor.



   Alex'in bir ev baskını sırasında yakalanmasının ardından hapse girip, kobay olmayı kabullenmesine kadar olan bölüm, güzel bir eser tadını okuyucuya hissettirse de, başyapıtlık derecesinde bir bakış sunmuyor okuyucuya. En ''baba'' bölümler ise, işte bu kısımdan sonra gelmeye başlıyor. Alex'in ironik bir şekilde başka bir ''Alex'' tarafından kobay olarak kullanıldığı ve çeşitli işkencelere maruz kaldığı kısımlar, özellikle kişiyi irite edecek ve midesini bulandıracak derece iyi planlanmış bölümler... 

  Bu şiddet bağımlısı genç kuşak hayali, aslında günümüze de ışık tutan bir hayal. Birbirini dinlemekten aciz gençlerin, çoğu kez diyalog yolundan çok, şiddet yoluna başvurmaları ve bunları sürekli başka sebeplere bağlayarak vicdanlarını temiz tutmaları, aslında tam da Burgess'in tahayyül ettiği geleceğe uyuyor. Kitap bu yönüyle de, günümüze ışık tutan bir baş eser konumuna yükseliyor.

  Her ne kadar Türkçe çeviri sırasında çoğu çöpe gitmiş olmasına rağmen, Stanley Kubrick'in muhteşem filminden bildiğimiz müthiş ''nadsat'' diline de değinmeden geçemeyiz bence. Gençler arasında konuşulan argo diyaloglardan esinlenilerek oluşturmuş bu dili Burgess, pekte iyi yapmış. Argonun gençler arasında bu denli yaygın olduğu günümüz dünyasına ne kadar ayna tuttuğunu da belirtmeme gerek yok sanırım.

  Kitapta ayrıca çok dikkatimi çeken bir başka konu ise, sürekli klasik müzik eserlerinden bahsedilmesi hususu oldu. Klasik müziğin yatıştırıcı etkisini bir uyuşturucu gibi Alex'in üzerinde mi gözlemlemek istemiş yazar, yoksa bu büyük eserleri yaratan büyük insanlara sadece birer saygı duruşundan mı ibaret, aslında tam olarak kavrayamadığım bir konu oldu. Öbür okumalarda daha da iyi anlaşılacağına inancım tam.

  Pek iyi bir kitap bu, pek. Herkesin, özellikle de çocuk sahibi kişilerin okuması ve bir çok dersler çıkarması gereken bir modern klasik ''Otomatik Portakal''. İçerisinde bir çok farklı okuma ve izlenim barındırıyor bu kitap, bu yönüyle de her okuyuşta farklı şeyler kazandıran ve farklı şeyler düşündüren bir kitap olarak, günümüze ışık tutan bir kitap olarak, canlılığını hiç yitirmiyor ''Otomatik Portakal''.  Filmi mi daha iyi kitabı mı sorusunun cevabını ise kendime saklamak isterim.


Altı Çizilesi
  • İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye tersini merak ediyorlar ki?
  • Yaşlıları zumzuklayıp, hırsızlık yapmaktan başka hiçbir şey bilmiyorsunuz!
  • Müthiş bir akşam oldu ve şimdi bana tek gereken birazcık Ludwig van.
  • Kızlar okula gitmemişlerdi madem, eğitimlerinden mahrum mu kalsalardı? Okul kapanmıştı, ancak şimdi benim okulum başlıyordu.
  • İyileştim, tamamdır.
 
                                                                      KÜNYE


Kitap İsmi: Otomatik Portakal
Yazar: Anthony Burgess
Yayın Yılı: 2006
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları             8/10
Sayfa Sayısı: 169
Baskı: XII.Baskı

9 Aralık 2012 Pazar

Haftanın Resmi #12


  Bu hafta blogumda bir kadın yazara yer vermek istedim. Harry Potter'ın yazarı J.K.Rowling'e..

 Büyük bir hazla okumuştum Harry Potter serisini. Beni kitaplara bu denli bağlayan romanların başında gelir ''Yüzüklerin Efendisi'' ile birlikte. Onunla büyüyen kuşağa denk gelmiş bir birey olarak, her ne kadar film uyarlamalarını pek beğenmesem de, genel Harry Potter külliyatından da memnun birisiyim. Şimdilerde, yani J.K.Rowling'in yeni kitabının çıkmış olduğu bu günlerde, yazarın Harry Potter'a devam edeceği söylentileri dolaşıyor ortalıkta. Acaba bağnazlık yapıp buna karşı mı durmalıyım, yoksa tatlı bir nostalji yaşatması babında devamının çıkmasını desteklemeli miyim bilemiyorum. Yine de, Rowling'in kaleminden çıkan herhangi bir Harry Potter macerasını her ne şartta olursa olsun okurmuşum gibi geliyor bana..

                                                                   .....Teşekkürler Rowling, tüm herşey için.