Blogu açtığımdan beri vardı kafamda böyle bir listeyle karşınıza çıkmak. Nasip kısmet işleri, bugüne denk düştü anca.
Kitaplarla içli dışlı olan herkesin vardır kendisine göre bir ''en iyiler'' listesi. Kimisi ''en sevdiklerini'' koyar bu listeye, kimisi objektif olarak ''en güzellerini''. Benim listem ikisinin bir karışımı gibi sanki. Çok sevdiğimden bu listede olanlar da var, okurken pek keyif almadığım, ama bitirdikten sonra beni uzunca bir süre düşündürenler de. Ama her halükarda, benim en iyilerim bunlar, öyle ya da böyle. Başlayalım.
1. Dava - Franz Kafka
En sevdiğim yazar Kafka'nın, en başarılı bulduğum eseri ''Dava'', bu listemde de ipi en önde göğüslüyor. Ortaya koyduğu sürreal ortam, rahatsız edici derecedeki gerçekçi bakışı, yarattığı atmosfer ve çok başarılı kalemiyle, kesinlikle çok çok çok başarılı bir eser Dava. Güncelliğini yayımlandığı günden beri hiç yitirmedi, yakın gelecekte de yitirecek gibi gözükmüyor. Gizemi hala çözülemedi, çok katmanlı alegorik yapısı sebebiyle, her çözülen imgelemi, yeni bir imgelemi doğuruyor, bu da, kitabı okuyanların hala keşfedecek çok şeyleri olduğu anlamına gelir. Şahsi olarak, okuduktan sonra Hukuk Fakültesi hayallerinden vazgeçmem çok kısa bir zaman dilimini almıştı. İkinci okumamda ise, Tanrı ile olan ilişkilerimizi işleyen yapısına hayran kaldım. Yakında çizgi romanını da elime almayı düşünüyorum, o okumadan sonra da birçok yeni şeyler keşfedeceğimden eminim. Kesinlikle okunması elzem kitapların başında geliyor, insanı anlamak, bireyi anlamak, devleti anlamak, hukuğu anlamak, yasayı anlamak, tanrıyı anlamak ve de en önemlisi, hayatın önemini anlamak için bir göz atmakta fayda var derim ben. Ayrıca Kafkaesk esintilerinin de Şato'yla birlikte en yoğun gözlemlenebildiği romandır Dava, belirtmeden geçmeyelim.
2. Yabancı - Albert Camus
Bu kitapla ilgili konuşulacak her şey konuşuldu, söylenecek her şey söylendi zaten. Tekrar tekrar söylenebilecek tek şey, kesinlikle kışkırtıcı ve anı derecede muazzam bir eser olduğu. Bireyin topluma yabancılaşmasını ve toplumsal normların altüst oluşunu bundan daha iyi ele alan bir eser yok kesinlikle. Camus, kesinlikle en başarılı gözlemini ortaya koyuyor bu romanında. (Romancı Camus'un ulaşabileceği son noktayı görmek için 'Veba'ya, düşünen Camus'un ulaşabileceği son noktayı görmek için 'Sisifos Söyleni'ne de bir göz atın.) Bir Arap'ı öldürdüğü için değil, annesinin cenazesinde gözyaşı dökmediği için cezaya mahkum edilen Meursault'un trajedisinde, toplumun çürük yapısına ayna tutar Camus. Toplumsal yapının yozlaşmışlığını ve insanı bir birey olarak değil bir meta olarak görüşünü de yansıtır eserine. Ayrıca milliyetçi olmayan bakışıyla da hümanist bir görüntü çizer: Meursault sadece o toprakların insanı değil, dünya üzerindeki herhangi bir ülkenin herhangi bir vatandaşı da olabilir, bunu hissettirir okuruna Camus. Çok başarılı bir toplumsal gözlemin çok başarılı bir ürünüdür, Camus'un da Sisifos Söyleni'yle birlikteki zirve noktasıdır ayrıca.
3. Suç ve Ceza - Dostoyevski
Dünya üzerinde üstadın bu başyapıtını okumayan kaldı mı? Raskolnikov'un düşüşünü ilmik ilmik dokuyuşundaki o ustalık, ruh halini kişiye yansıtmada gösterdiği beceri, mekan betimlemelerinin karakterler üzerindeki etkisini başarıyla ortaya koyduğu kalemiyle, belki de gelmiş geçmiş en ünlü metine imzasını koydu Dostoyevski. Dünyada kutsal kitaplardan ve Shakespeare'in piyeslerinden sonra en çok okunan metin ''Suç ve Ceza'', ve bunu da sonuna kadar hak ediyor. Rus edebiyatının ezelden beri büyük bir hayranıyım. Özellikle Gorki, Tolstoy ve Dostoyevski beni ayrı ayrı çok etkiliyorlar. Bu roman, Anna Karenina ile birlikte kesinlikle Rus Edebiyatının zirve noktasını temsil ediyor. Kaçımız Raskolnikov'un tefeci kadını öldürme konusundaki düşüncelerine katılmadık ki? Kaçımız Razumihin ile kardeş olmak istemedik? Kız kardeşinin fedakarlığına kaçımız üzülmedik? Sibirya günlerinde, kaçımız hüzün duymadık? Ahlakçı ya da değil, Suç ve Ceza kesinlikle bir psikoloji başyapıtıdır ve gelmiş geçmiş en sağlam kitaplardan da birisidir, benim listemde de üçüncü sıradan giriş yapmıştır.
4. Denemeler - Montaigne
Başucu kitabım! Öylesine söylemiyorum bunu, kelimenin tam anlamıyla öyle çünkü. Montaigne gibi müthiş bir filozofun hayat hakkındaki mülahazaları, günün her an, her saati elimin altındadır. Birazcık soluklanmak için dışarı mı çıktım, yanıma denemeleri alırım. Bir kahve molası mı verdim, iPhone'umdan denemeleri okumaya dalarım. Çünkü böylesi bir dehanın, hayat hakkındaki uzun uzadıya yaptığı düşünüşlerinin ardından ortaya koyduğu bu eseri, yaşamımızın her anında bize yardımcı olacak bir rehber kitap niteliği taşır. Bir kez okumak asla yetmez! Çünkü bu, bir kerede okunarak anlaşılabilecek bir eser değildir. Bazı bölümleri, gençlik dönemimize hitap eder, bazılarını anlamak için biraz daha olgunlaşmak gerekir, bazı bölümleri ise düpedüz yetişkinlere yöneliktir. İhtiyarlıkta ise, tüm hayatımızı gözler önüne sermemize ve belki de yaşamdaki misyonumuzu tam olarak anlayabilmemize olanak sağlar, o kadarını bilemiyorum. Ama her ne olursa olsun, herkesin okuması, üzerinde düşünmesi, tekrar okuması, özümsemesi, tekrar okuması ve üzerinde tartışması gereken bir eser ''Denemeler''. Bu yapıtın üzerine, Stefan Zweig gibi bir deneme üstadının Montaigne üzerine yazdığı deneme de okunursa, birçok şey yerli yerine oturacaktır diye düşünüyorum.
Blogdaki eserle ilgili yazım: Çok iyi bir kitap, çok ''Denemeler''
5. Silmarillion - J.R.R. Tolkien
Bu kitabı anlatmaya nereden başlamalı? Bir Kutsal Kitap olduğu konusunda anlaşmıştık önceden sizinle. Geçenlerde 2. kez hatim ettiğim bu büyük eser, en sevdiğim roman ayrıca. İngiltere'de adam akıllı bir mitolojik destanın olmamasına kafası atan Tolkien'in, İngilizlere destan armağanıdır bu. Arda evrenini yaratan İluvatar'ın, çocuklarına çobanlık etmesi için dünyaya gönderdiği Ainur'un ve isyan eden Vala eskisi Melkor'un (Morgoth) savaşının öyküsünü anlatır Silmarillion. Kitap içinde roman içinde öykü içinde destan gibi çok ilginç bir kurguya sahiptir. Dili hafiftir, ama karakter sayısı ve olay örgüsü son derece karmaşıktır, bu sebeple okuması biraz zordur, ama bitirdiğinizde, hemen tekrar okuma isteği yaratır insanda. Bu destanı son yazılarımda son derece ayrıntılı bir şekilde anlatmıştım, o yüzden burada da detaya girmek istemiyorum, merak edenler Bir roman olarak ''Silmarillion'' ve Kutsal Kitap olarak ''Silmarillion'' adlı yazılarıma da bir göz atabilir. Bu destanı Mitolojik ve alegorik olarak inceleyeceğim son yazım da yakında blogda sizlerle olacak. :)
6. Baba - Mario Puzo
''Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım.'', ''Dostlarını yakın tut, düşmanlarını daha da yakın.'', ''Dostluk ve para zeytinyağı ve su gibidir.'', ''Ailesiyle vakit geçirmeyen bir adam gerçek bir adam değildir.'', ''Eli çantalı bir hırsız eli silahlı bir hırsızdan daha çok çalar.'', ''Para silahtır ama siyaset, tetiği ne zaman çekeceğini bilmektir.'', ''Sakın bana masum olduğunu söyleme çünkü bu benim zekama hakarettir.'', ''En zengin insan, en güçlü arkadaşlara sahip olan insandır.'', ''Düşmanlarından nefret etme bu senin yargılama yetini etkiler.'', ''Kadınlar ve çocuklar dikkatsiz olabilir, ama erkekler dikkatli olmak zorundadır.'', ''Fredo... Sen benim abimsin ve seni severim. Ama sakın bir daha aileye karşı birisinin tarafını tutma! Sakın!'', ''Sicilya'da, kadınlar tabancadan bile tehlikelidir.'', ''Tüm bu işlerle Santino uğraşacak diye düşünürdüm. Ve Fredo. Fredo da iyi olurdu. Ama senin bulaşmanı asla istemedim. Tüm yaşamım boyunca hep çalıştım. Aileme bakmak için yaptığım işlerden dolayı özür dilemem. Ve, kodamanların tuttuğu iplerle oynatılan bir kukla olmayı reddettim her zaman. Kimseye özür borcum yok. Benim seçtiğim yol bu. Ama düşünüyorum da, sen yapabilirdin. Belki sen de o ipleri tutanlardan biri olabilirdin. Senatör Corleone, Vali Corleone falan...''
Gerçekten, bir şeyler söylemek gerekli mi?
7. Otomatik Portakal - Anthony Burgess
Hem film hem roman versiyonu efsane olan çok az yapıt vardır, Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) da bunlardan birisi. Hangisi daha büyük karar veremiyorum bir türlü, Stanley Kubrick'in başyapıtı mı, yoksa Anthony Burgess'in fast-food romanı mı?(Neden böyle dediğimi anlamak için Anthony Burgess'in Tuhaf Hikayesi'ne bir göz atmanızı tavsiye ederim.) Her ikisi de ayrı ayrı güzel olsa da, Burgess'in eseri çok az farkla önde geliyor benim için, tüm o klasik müzikler ve tabii ki üstad Beethoven'a rağmen. Bunun sebebi, ağır bir dili, hızlı bir kurguya yedirebilmeyi ve çok ağır sistem eleştirisi yapan ağır bir konuyu, ağırlığını kaybettirmeden rahatlıkla okutabilmeyi başarmasında sanırım. Ayrıca filmin sonundan daha etkileyici bulduğum romanın sonu da bunda bir nebze de olsa etkili. Yine de, Stanley üstada saygıda kusur etmek istemem, bilenler bilir zaten ona olan sevgi ve hayranlığımı. Okuması sarkastik bir keyif veren bir kitap bu, psikolojik olarak çok derin açıklamalara girişiyor, yarattığı dönemin ruhunu da okura birebir yansıtmayı başarıyor. Her yönüyle çok iyi, roman için oluşturulmuş argo dil de çok başarılı. Benim en iyi Kitaplar listemin de önemli bir parçası ayrıca.
Romanla ilgili yazım: Ağıt, Günümüz Gençliği Üzerine ''Otomatik Portakal''
8. Hayvan Çiftliği - George Orwell
1984 için, Hayvan Çiftliği'nden daha iyidir derler. 1984'ü okumadım, o yüzden doğrudur, yanlıştır bilmiyorum, ama Hayvan Çiftliğinin ne denli büyük bir ''peri masalı'' olduğunu ve sesinin ne denli kuvvetli olduğunu pekala biliyorum. Orwell'ın sistem eleştirisi yaptığı bu alegorik eser, okuması son derece keyifli ve üzerinde düşünmesi de bir o denli yorucu bir masal. Her bir hayvanın, tarihten önemli bir kişiyi temsil ettiği kitapta, özellikle Napoleon = Stalin ön plana çıkan karakter oluyor. Orwell'ın Komünizm'den Faşizm'e geniş bir yelpazede sistem eleştirisine soyunduğu eserinde, ucundan kıyısından dokundurmadığı tek sistem Kapitalizm olarak kalıyor, ki geçen yıllarda ortaya çıkan ''Hayvan Çiftliği sipariş bir eser mi?'' ve ''Orwell Amerikan casusu muydu?'' sorularının ciddiyetini artıran bir unsur bu. Ancak öyle ya da böyle, bu sorular doğru da olsa yanlış da, anlattıklarından ve güncelliğinden bir şeyler yitirmeyecek bir eser bu, ancak anlamını yitirecektir şüphesiz ki.
Romanla ilgili yazım: Bir Peri Masalı ''Hayvan Çiftliği''
9.Çocuk Kalbi - Edmundo de Amicis
Çocukluğumun kitabı, ilk gençliğimin kitabı, hayatımın kitabı. Bana kitap okumayı sevdiren kitaptır bu. Daha henüz 2.sınıfa giderken, abimin öğretmeni öğrencilerine bu kitabı ödev vermiş, abim de kitap okumayı pek sevmeyen birisi olduğu için, bu kitabı aldığı gibi kitaplığın karanlık köşelerine fırlatmıştı. Ben de çocuk aklıyla, bu defterin kabını çok beğendiğimden, içinde ne olduğunu hep merak etmiştim, ama abimin kızacağı düşüncesiyle hiç açmamıştım. Sonunda merakım korkuma galip geldi ve o defterin kapağını kaldırdım, bir de ne göreyim, önümde kelimeler deryasından oluşan bir kitap duruyordu. Okumaya başlamamla kendimi bambaşka bir dünyada bulmam bir olmuştu. O günden sonra, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.(Hüzünlü bir melodi)
Ama çocuklara hitap eden tarafı bir yana, yetişkinlere de söyleyecek çok sözü var Çocuk Kalbi'nin. Bir çocuğa iyilik yapmak istiyorsanız, ona Çocuk Kalbi'ni okutun, demiş bir düşünür. Ne de güzel söylemiş. Çocuklara bir şeyler öğretmek istiyorsanız, onlara Çocuk Kalbini okutun. Çocukları anlamak istiyorsanız, Çocuk Kalbini okuyun.
Albert Camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Albert Camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Ağustos 2013 Salı
21 Haziran 2013 Cuma
Umudun ve inancın romanı ''Veba''
Oran kenti sakinleri, sıradan bir sabah işe gitmek için uyandıklarında, kapılarının önünde ölmüş farelerle karşılaşırlar. Böyle bir durumla daha önce karşılaşmamış olsalar da, altını oymayı ve sebebini öğrenmeyi pek istemezler, çünkü karşılaşacakları şey her ne olacaksa, keyif kaçıracağı su götürmez bir şekilde gerçektir. Bu durum sadece kapıcıların büyük dikkatini çeker, çünkü bu onların işidir: Apartmanı farelerden arındırmak! Bir anda şehirdeki bütün apartmanlarda tek tek fare ölülerinin ortaya çıkmasının sebebini, bizim şeker başbakanımız gibi ''dış mihrakların oyunu'' olarak yorumlarlar, bu işte kendilerine bir hata çıkarmayı düşünmezler hiç. Bir yandan haklıdırlar, hata onlarda değildir, ancak düşündükleri gibi bir dışarının saldırısı söz konusu değildir, düşman tamamiyle içimizdedir ve adı da 'Veba'dır. Bu lanet hastalık, farelerden insanlara geçmeye başlayana dek pek ciddiye alınmaz, insanlara sıçradığındaysa, münferit olaylarmış gözüyle bakılır. Çoğu kişi -resmi erkler dahil- gözlerinin önündeki Veba gerçeğini kabullenmek istemezler, bu fikri erteleyebildikleri kadar ertelemek taraftarıdırlar. Kendilerine soğuk duş etkisi yapan şey, gelen istatistiklerdir. Ölen insan sayısı, her hafta katlanarak artmaktadır. Rakamlar haftada beş yüz ölüye dek çıkar. Ve sonunda en başından olması gereken olur: Şehir karantinaya alınır ve kapatılır. Artık Oran yalnız başınadır.
Burada, romanın ana kahramanı Dr. Bernard Rieux devreye girer. Rieux, en başından beri Veba fikrini geliştirmiş ve gidişatın ciddileşmesiyle birlikte bunun bir salgın olduğuna dair kuşkusu kalmamış, rasyonalist bir kişidir İnsanlara yardımcı olmaktan bir çeşit haz duyar, onların sorunlarıyla ilgilenmek onun en önemli gayesidir adeta. Şehrin kapatılmasıyla birlikte, bir çeşit süper kahramanlığa savunur, elinden gelen her şeyi Oran halkı için verecektir. Hani o ünlü öyküdeki genç gibi düşünür o da: Yaşlı bir adam kumsalda yürümektedir. Kumsalda, kumları kaplamış on binlerce deniz yıldızını çıplak elleriyle tek tek denize geri fırlatan bir genç görür. Yaşlı adam ona seslenir: Ne anlamı var ki, nasıl olsa hepsini kurtaramayacaksın, bu yaptıkların neyi değiştirir? Genç yerden bir deniz yıldızı daha alır ve denize fırlatır, ardından yaşlı adama döner: Onun için çok şey değişti. Dr. Rieux da bu şekilde davranır, şehir hastalıktan kırılmaktadır, bir kişinin hepsine yetişmesi ise imkansızdır. Ancak Rieux, yine de umudunu kaybetmeden, sonuna dek, ulaşabildiği bütün hastalara yardımcı olmaya çalışır. Bu çabasında ona, Tarrou ve Grand gibi dostları yardımcı olurlar. Grand ilginç kişiliği olan, yazmaya çalışan ancak Stephen King karakteri Jack Torrance gibi ilk cümleden ötesine gidemeyen, ilginç bir karakterdir. Ancak Tarrou, tüm süreçte Rieux'a en büyük desteği verir, zamanla çok yakın arkadaşı olur ve deniz yıldızlarını denize geri fırlatmada Rieux'a büyük yardımı dokunur. Öykünün bilge karakteridir Tarrou. Her şeyi bilen, hiçbir şeye şaşırmayan, 'doğuştan vebalı' bir karakterdir.
Rahip Panaleux ise öykünün kötü adamıdır, Rieux'un Lex Luthor'udur. Halka vebanın tanrının bir lütfu olduğunu, ondan kaçmamak gerektiğini, onun alacağı canların gereksiz ruhlar olduğunu, tanrı tarafından sınandığımızı anlatır, ve kendisine bir şey olmayacağından o kadar emindir ki, vaazlarında sürekli siz ifadesini kullanır. Kendisi temizdir çünkü, arınmış olandır, ona bir şey gelmez nasıl olsa. Ancak yanan ruhları, ölen bedenleri görünce iş değişir. O andan itibaren içini bir korku kaplar, hitaplarında siz yerine biz demeye başlar, korkusundan kiliseden bir kira evine taşınır, ve orada, kaçtığı şey onu yakalar. Veba'ya yakalanır ve acılar içinde ölür.
Kitaptan;
' veba sözcüğü ilk kez ağza alınıyordu… dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. vebalar da savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar. bir savaş patladığında insanlar ‘uzun sürmez bu, çok aptalca!’ derler. ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. budalalık hep direnir, insan hep kendini düşünmese bunun farkına varabilirdi. bu açıdan burada oturanlar da herkes gibiydi. kendilerini düşünüyorlardı. bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı. felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçek dışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider… yurttaşlarımız da kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olamayacak. '
Albert Camus, saçma teorisini geliştirmeye bu kitapta da devam eder. Yaşamın saçmalığı ve inancın çürüklüğü gibi temalar üzerinden işler eserini. Rahip Panaleux, hiçbir şey yapmadan, sonsuz itaat eden inanan kesimin temsilcisidir, ki sonu acı içinde ölüm olur. Rieux ise bu saçma yaşam içerisinde insanlık adına mücadele eden, insana değer veren, akılcı birisidir, ki sonunda başarıya ulaşır. Camus okuruna, yaşamın saçmalığını alt etmek için, ona anlam katmayı önerir, yaşam için mücadele edin, onun için, insanlık için bir şeyler yapın ve yaşama anlam katın der. Rieux da bunu yapar işte. Bilim, kiliseyi alt eder.
Veba'nın çözümü sırasında, dayanışmanın gerekliliğine de vurgu yapar yazar. Rieux asla tek çalışmaz. Yanında sürekli ona yardımcı olan birileri bulunur. Kah Tarrou yardımcı olur, kah mösyö Othon, kah Grand, kah Rambert... hatta zaman zaman Cottard'ın bile faydasını görür. ''Zorluklara karşı böyle göğüs germeliyiz işte,'' diyor Camus bizlere, ''teke karşı bir olarak, süper güce karşı tek yürek olarak.'' Ayrıca kayıp da verdiriyor karakterlerine Camus, şahsen en beğendiğim ve en çok bağ kurduğum karakter olan Tarrou'nun ölümü beni her ne kadar üzmüş olsa da, olması gereken de buydu bir yerde: Hedef kutsaldır, fedakarlık yoksa zafer de olmaz! Tarrou yaşarken aziz olmayı beceremedi, ancak ölümüyle azizlikten de öte bir konuma yükseldi, Rieux'u bile, vebayı atlatan doktoru bile kıskandırmayı becerdi, ki Tarrou da daha iyisini istemezdi zaten.
Futbol göndermesi de yerinde ve önemliydi. Futbolculuk da yapmış olan Camus, en büyük revir olarak bir stadyumu seçer, ve kurtuluşu da bu stadyumda başlatır. ''Ahlaka dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim.'' diyen bir yazarın, dayanışmanın en çok içinde bulunduğu spor dalı olan futboldan, dayanışmanın önemine değinen bir eserde faydalanması çok önemli ve ince bir detaydı, klastı, etkiledi.
Çok kaliteli bir eser Veba, Camus'un şimdiye kadar okuduğum -Sisifos Söyleni'nden sonra- en beğendiğim kitabı. Geriye okumam gereken tek ''başyapıt'' Camus eseri kaldı, 'Başkaldıran İnsan'. Eğer onu okuduktan sonra fikirlerim değişmezse, kesinlikle en formda Camus eserinin bu olduğunu söyleyebilirim ve kişisel ölmeden önce okunması elzem binbir kitap listeme de rahatlıkla dahil ederim. Tüm kitap dostlarına tavsiyemdir, herkesin bildiği ama okumaktan itina ettiği bu eser. Biliyorum, kütüphanenizin tozlu raflarında bir yerlerde kesin bu kitap vardır, okunmamış, okunmayı bekliyordur. Endişe etmeyin, çekin okumaya başlayın, çok kaliteli bir başyapıtı okumuş olucaksınız, güvenin bana. ;)
Son bir not: ''Yabancı'' göndermesi de harikuladeydi. ( bundan sonrası, kitapla ilgili çok önemli olmasa da, bir sürprizbozan içerir, o yüzden kitabı okumayanların devam etmemesini tavsiye ederim. :)) Kitabın bir bölümünde radyoda, bir arabı öldüren birisinin yargılanmasından bahsediliyor, hoş ve güzel bir detay olmuş, Camus'yu tebrik ediyorum. :)
- ''Felaketlerin başlangıcında ve bunlar son bulduğunda hep biraz söz sanatı yapılır. Birinci durumda, alışkanlıklar henüz kaybolmamıştır, ikinci durumdaysa geri gelmiştir. asıl felaket sırasında gerçeğe alışılır, yani sessizliğe.''
- ''Ama tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır.''
- ''Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez. oysa nedenini bilmeden ben de bundan vazgeçtim.''
- ''İçinde yaşadığım toplumun ölüme mahkumiyet üzerine kurulu olduğunu biliyordum ve onunla mücadele ederek cinayetle de mücadele edeceğime inandım.''
- ''Annem de böyleydi, kendini öne çıkarmayışını severdim ve hep onunla olmak isterdim. Sekiz yıl oluyor, öldü diyemiyorum. Her zamankinden biraz daha silikleşti ve geri dönüp baktığımda artık yoktu.''
- ''Gündüz ya da gece olsun, öyle bir saat vardır ki, insan korkaklaşır.''
- ''Her türlü kesinliğe karşı, insanların öldürülmesinin sineklerin öldürülmesi kadar gündelik sayıldığı şu anlamsız dünyayı....''
- ''İnsanla, onun yoksul ve inanılmaz aşkıyla yetinenlerin de en azından arada bir neşeyle ödüllendirilmesi yerindedir.''
KÜNYE
Kitap İsmi: Veba
Yazar: Albert Camus
Yayın Yılı: 1997
Yayınevi: Can Yayınları 10/10
Sayfa Sayısı: 304
Baskı: V.Baskı
3 Kasım 2012 Cumartesi
Fısıldıyarak bile depremler yaratıyor... ''Tersi ve Yüzü''
"Albert Camus"nun ilk ve birçoklarınca "en iyi eseri" olarak tanımlanan kitabı. Türkçesi "Can Yayınları"dan çıkmış. Türkçe çevirisi "Tahsin Yücel"e ait.
Albert Camus'nun daha yirmi iki yaşındayken yazdığı ve ünlü olmadığı zamanların birinde bastırdığı bu kitap, Albert Camus'ya göre "son derece yavan"dır. ancak, birçok eleştirmene ve yine Camus'nun yakın dostlarına göre; "Albert Camus'nun en iyi eseri"dir. "İyidir - iyi değildir" tartışmaları bu kitapla ilgili en çok konuşulan şeylerden biridir. öyle ki; Camus bile bununla ilgili bir şeyler söylemek zorunda hissetmiştir kendini. Bununla alâkalı olarak, kitabın önsözünde Camus şöyle der: "Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer. Brice aldanıyor. (...) Hayır, aldanıyor, çünkü, deha bir yana, insan yirmi iki yaşında yazı yazmasını pek bilmez.". Hemen sonrasında da Camus, şöyle devam eder: "Ama sanatın bilgin düşmanı ve acımanın filozofu olarak Parain'in söylemek istediğini anlıyorum. Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımdakinden daha çok gerçek aşk bulunduğunu söylemek istiyor, haksız da değil.".
Camus'ya burada hak vermemek elde değil: kitap gerçekten çok özel bir kitap değil. Acemice yazıldığı çok belli. fikirler birbirlerinin içine geçmiş ve birçoğu daha doğru dürüst tamamlanmadan diğeri başlıyor. Karman çorman fikirler yumağı gibi duruyor kitapta söylenenler; her şey aşırı şekilde düzensiz. Sakin bir kafa ile okunmadığı sürece kavranmıyor. "Anlatıcı"lar biterken araya müdahâleler giriyor. "Müdahale"ler biterken araya başka bir fikir giriyor... Toplaması zahmet istiyor. Karmaşıklık kitapta gırla.
Bunun yanında bir de "Tahsin Yücel"in çevirisi olunca hepten kafa allak bullak oluyor. Fransız Hükümetinden en büyük devlet nişanını alsa da, "Tahsin Yücel"in Türkçesinden bir kitap okumak gerçekten sabır istiyor. Fransızcadan çevirdiği cümleler Türkçe değil daha çok Fransızca kalmış gibi duruyor. Cümle yapısı bile Fransızcadan esinlenerek bırakılmış neredeyse; o kadar özensiz! Zamanların uyumsuzluğu hat safhada. "Geçmiş zamanın hikâyesi"nden bahsederken "geniş zaman"a geçiliyor. "Geniş zaman"dan bahsedilirken "gelecek zaman"a... Cümlelerin başıyla sonu aynı zaman içermiyor; özne-yüklem uyumsuzlukları ayyuka çıkmış. Her şey inanılmaz özensiz ve dağınık. Her biri de göze acayip batıyor ve acayip rahatsız ediyor.
Uzun lafın kısası, "Albert Camus"nun zaten acemilik yıllarında yazdığı ve fikirlerin birbiri içinde kaybolduğu bir eserin "Tahsin Yücel" çevirisiyle okunması iç yaralayıcı. Ne kitap size zevk verebiliyor bu noktada, ne de çeviri. İkisi de birbiri içinde eriyip gidiyor. Bu noktada "Albert Camus"ya hak vermek durumundayım: "Gerçekten insan yirmi ikisinde yazmasını çok iyi biliyor ama cümleleri bağlamasını pek bilmiyormuş!".
Kitabın genelinde hâkim olan acemilik bir yana, kitaptaki düşünceler ve saflık gerçekten takdire şâyân. Hemen her şeyin somutlaştırılması ve mükemmel kelime-cümle oyunları, insanı kendine hayran bırakıyor.
- Yine de, evet, onura gereksinimim var, çünkü ondan vazgeçecek kadar büyük değilim.
- Ama yaşam umudu yeniden doğmayagörsün, insanoğlunun çıkarları karşısında tanrı'nın bir ağırlığı yoktur.
- Bunun bir nedeni de yaşlı kadının sevgiyi hak gibi istenecek bir şey sanmasıydı. İyi aile anası bilincinden bir tür katılık, hoşgörüsüzlük çıkarırdı.
- Cennetlerin yalnızca yitirilmiş cennetler olduğu doğruysa, bugün içimden çıkmayan şu hoş ve insandışı şeyi nasıl adlandırmalıyım, bilmiyorum. bir göçmen yurduna döner. Bense, anımsıyorum.
- Basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği var. Ve ben bu gece yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında artık hiçbir şeyin önemi kalmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendinin öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı hep beni.
- O zaman bana doğru yükselen şeyin daha güzel günlerin umudu değil, her şey ve kendi kendim karşısında durgun ve ilkel bir ilgisizlik olduğu da gerçek. Ama bu fazlasıyla yumuşak, fazlasıyla kolay eğriyi kırmak gerekir. Sonra açık görüşlülüğe gereksinimim var. Evet, her şey basit. İnsanlar karıştırıyor işleri. Masal anlatmasınlar bize. Ölüm mahkûmu için 'topluma borcunu ödeyecek,' demesinler, 'kafası kesilecek,' desinler. Hiç önemli değilmiş gibi görünüyor. Ama ufak bir ayrım var arada. Hem sonra, yazgılarının gözünün içine bakmayı yeğ tutan insanlar da vardır.
KÜNYE
Kitap İsmi: Tersi ve Yüzü
Yazar: Albert Camus
Yayın Yılı: 1998
Yayınevi: Can Yayınları 6/10
Sayfa Sayısı: 87
Baskı: V.Baskı
13 Eylül 2012 Perşembe
14 Temmuz 2012 Cumartesi
''Sisifos Söyleni'' Albert Camus'dan
''Sisifos'' miti (orijinal olarak ; le mythe de sisyphe) temel olarak yunan mitolojisinden gelmekte. Anlatıya göre sisifos, denizcilik ve ticaretin gelişimine katkıda bulunmuş, fakat konukseverlik kurallarını ihlal ederek yolcuları ve konukları öldürecek kadar açgözlü ve hilekar bir kraldır. Homeros'un aktarmasına göre, Sisifos en hünerli insan olarak nam salmıştı. Kuzenini baştan çıkarmış, erkek kardeşinin tahtını ele geçirmiş ve Zeus'un sırlarına -özellikle Zeus'un nehir tanrısı Asopus'un kızı Aegina'ya tecavüz ettiği sırrına- ihanet etmiştir. Bunun üzerine Zeus, Hades'ten Sisifos'un cehennemde zincire vurulmasını istemiştir. Ancak hilekarlığının cezası olarak Sisifos, daha büyük ve daha büyük bir cezayla karşı karşıya kalmıştır : Her seferinde tekrar aşağıya yuvarlanacağını bildiği halde büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamak !* Camus, felsefesinin temelini oluşturan ''saçma'' kavramını tam olarak böyle açıklar : sonucunu bildiği halde her seferinde kayayı yukarı yuvarlamaya devam eden aptal insan. Ve bu temelin üzerine, ince bir işçilikle ilmik ilmik felsefesini dokumaya başlar.
Sisifos Söyleni, Camus'un aynı yılda roman türünde çıkardığı ''Yabancı'' adlı yapıtıyla birbirini tamamlar nitelikte oluşuyla, daha komplike bir eser haline geliyor. Bir bakıma Camus'un Sisifos Söyleni'nde kurguladığı felsefeyi, ''yabancı'' romanında gerçeğe dönüştürdüğü yorumunu yapabiliriz.
Camus'un ''Sisifos Söyleni''ndeki temel problemi yaşam. Hepimiz gibi, hayatın yaşamaya değip, değmediği sorusunun peşine düşüyor Camus. Bu yolda, Dostoyevski'nin çok sevdiğim ''Ecinniler'' kitabından, Sanatçı kavramına, Kafka'nın ''Şato'' eserinden ''Don Juan''a birçok eseri kendine referans noktası olarak seçip, bu eserlerdeki düşünce ve mantık ile kendi felsefesi arasında paralellik kurma çabasına giriyor ve bunda da başarılı oluyor. Yazarın dili tartışılmayacak derecede müthiş. Bu sebeple, kesinlikle inandırıcılık sıkıntısı yaşamıyor Camus. Hayatın yaşamaya değip değmediği konusundaysa tercihini, değdiğinden yana kullanıyor yazar. Hayatın boş ve anlamsız olduğu, ancak zaten bunun için yaşanması gerektiği noktasına varıyor ve intihar eden kişisin tıpkı melodramlardaki gibi bu hayatı beceremediğini kabullendiğini söylüyor. Ancak ''Sisifos Söyleni'' sadece bu konularla ilgilenen bir yapıt değil. Toplumsal yaşama da dokunduruyor inceden Camus. Ailenin toplum içerisindeki yeri, toplumdaki sivrilen insanlara getirilen eleştiriler ve toplum baskısını gözler önüne seriyor yapıtında... Yazının başında Sisifos efsanesinden bahsetmiştim. Şimdi biraz Camus'un Sisifos'a bakışına değinmek istiyorum. Birçoklarının aksine Camus acıyan gözlerle bakmaz Sisifos'a.. Hayır, onu anlamaya çalışır ve de mutlu addeder. Ne de olsa tanrılara başkaldırmış ve yaşamın enginliğini görmüştür sisifos, ve üstün sadıklığı öğretir. Kayanın her düşüşünü izleyişinden büyük bir keyif alır. Bundan dolayı da Sisifos'u mutlu tasarlamak gerekir Camus'a göre..
Kritiğimin son bölümünü de yayıncıya ayırmak istiyorum. Can Yayınları bütün kitapseverlerin sevip saydığı, takdir ettiği çok başarılı bir yayınevi olarak aklımızda ve kalbimizde yer edinmiştir. Tahsin Yücel de başarılı bir çevirmen olmasına rağmen, kesinlikle böylesi bir yapıtı olması gereken, saf, duru hale getirmekten çok, daha da çok zorlaştırdığı kanaatindeyim. Absürd kelimesi yerine sürekli olarak uyumsuz'u kullanması mı desem, yoksa TDK'ya bakmama rağmen anlamını bulamadığım yeni kelimeler türetmesi mi desem. Can Yayınlarının acilen yeni bir çevirisini yayınlaması şart.
Her deneme birden çok okunduğunda dahi yeni anlamlar kazanır. Camus'un bu eseri de kesinlikle o tarz eserlerden. Tekrar tekrar okunacak, not alınacak bir başyapıt. Kesinlikle zorlayıcı ve kışkırtıcı, ancak bir o kadar da teşvik edici. Kesinlikle okuyunuz, okutunuz.
- Mantıklı olmak her zaman kolaydır, sonuna kadar mantıklı olmak ise neredeyse imkansız.
- Önemli bir bilimsel gerçeğe varmış Galilei, ancak bu gerçek yaşamını tehlikeye sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. Bir bakıma iyi de etti. Uğruna yıkılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. Dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın. Hiç mi hiç önemi yok bunun. Kısacası değersiz bir sorun. Buna karşılık yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum.
- Bir intiharın bir çok nedeni vardır, genel olarak da en çok göze çarpanları en etkenleri olmamıştır.
- Ölümcül sıvışma umuttur.
- Dünyanın bu yorgunluğu ve yabancılığı. Uyumsuz budur işte.
- Bunalımı başlatan şeyi denetleyebilmek hemen her zaman olanaksızdır.
KÜNYE
Kitap ismi: Sisifos Söyleni
Yazar:Albert Camus
Yayın Yılı:1941
Yayınevi:Can Yayınları 9/10
Sayfa Sayısı:160
Baskı:18.Baskı
Çevirmen:Tahsin Yücel
*Vikipedi'den yararlanılmıştır.
*Vikipedi'den yararlanılmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)