21 Haziran 2013 Cuma

Umudun ve inancın romanı ''Veba''



  Oran kenti sakinleri, sıradan bir sabah işe gitmek için uyandıklarında, kapılarının önünde ölmüş farelerle karşılaşırlar. Böyle bir durumla daha önce karşılaşmamış olsalar da, altını oymayı ve sebebini öğrenmeyi pek istemezler, çünkü karşılaşacakları şey her ne olacaksa, keyif kaçıracağı su götürmez bir şekilde gerçektir. Bu durum sadece kapıcıların büyük dikkatini çeker, çünkü bu onların işidir: Apartmanı farelerden arındırmak! Bir anda şehirdeki bütün apartmanlarda tek tek fare ölülerinin ortaya çıkmasının sebebini, bizim şeker başbakanımız gibi ''dış mihrakların oyunu'' olarak yorumlarlar, bu işte kendilerine bir hata çıkarmayı düşünmezler hiç. Bir yandan haklıdırlar, hata onlarda değildir, ancak düşündükleri gibi bir dışarının saldırısı söz konusu değildir, düşman tamamiyle içimizdedir ve adı da 'Veba'dır. Bu lanet hastalık, farelerden insanlara geçmeye başlayana dek pek ciddiye alınmaz, insanlara sıçradığındaysa, münferit olaylarmış gözüyle bakılır. Çoğu kişi -resmi erkler dahil- gözlerinin önündeki Veba gerçeğini kabullenmek istemezler, bu fikri erteleyebildikleri kadar ertelemek taraftarıdırlar. Kendilerine soğuk duş etkisi yapan şey, gelen istatistiklerdir. Ölen insan sayısı, her hafta katlanarak artmaktadır. Rakamlar haftada beş yüz ölüye dek çıkar. Ve sonunda en başından olması gereken olur: Şehir karantinaya alınır ve kapatılır. Artık Oran yalnız başınadır.

  Burada, romanın ana kahramanı Dr. Bernard Rieux devreye girer. Rieux, en başından beri Veba fikrini geliştirmiş ve gidişatın ciddileşmesiyle birlikte bunun bir salgın olduğuna dair kuşkusu kalmamış, rasyonalist bir kişidir İnsanlara yardımcı olmaktan bir çeşit haz duyar, onların sorunlarıyla ilgilenmek onun en önemli gayesidir adeta. Şehrin kapatılmasıyla birlikte, bir çeşit süper kahramanlığa savunur, elinden gelen her şeyi Oran halkı için verecektir. Hani o ünlü öyküdeki genç gibi düşünür o da: Yaşlı bir adam kumsalda yürümektedir. Kumsalda, kumları kaplamış on binlerce deniz yıldızını çıplak elleriyle tek tek denize geri fırlatan bir genç görür. Yaşlı adam ona seslenir: Ne anlamı var ki, nasıl olsa hepsini kurtaramayacaksın, bu yaptıkların neyi değiştirir? Genç yerden bir deniz yıldızı daha alır ve denize fırlatır, ardından yaşlı adama döner: Onun için çok şey değişti. Dr. Rieux da bu şekilde davranır, şehir hastalıktan kırılmaktadır, bir kişinin hepsine yetişmesi ise imkansızdır. Ancak Rieux, yine de umudunu kaybetmeden, sonuna dek, ulaşabildiği bütün hastalara yardımcı olmaya çalışır. Bu çabasında ona, Tarrou ve Grand gibi dostları yardımcı olurlar. Grand ilginç kişiliği olan, yazmaya çalışan ancak Stephen King karakteri Jack Torrance gibi ilk cümleden ötesine gidemeyen, ilginç bir karakterdir. Ancak Tarrou, tüm süreçte Rieux'a en büyük desteği verir, zamanla çok yakın arkadaşı olur ve deniz yıldızlarını denize geri fırlatmada Rieux'a büyük yardımı dokunur. Öykünün bilge karakteridir Tarrou. Her şeyi bilen, hiçbir şeye şaşırmayan, 'doğuştan vebalı' bir karakterdir.



  Camus tam da bu noktada, bu süper kahramanların karşısına bir 'anti-kahraman' koyar. Bu süper kahramanların düşmanlarından, süper kötülerden değildir. Süpermen'in Lex Luthor'undan çok, Alan Moore çizgi romanından çıkıp gelmiş bir Rorschach'a benzer: Cottard'dır bu anti-kahraman. Çok zorlanırsa Rambert de girebilir bu listeye. Cottard, normal zamanlarda adam öldürmüş ve adam öldürmekten yargılanmaktayken, veba zamanı oluşan OHAL'den dolayı yargılamadan ve cezadan kurtulmuş bir kaybedendir aslında. Bu durum, onun şehirde Veba'dan tek hoşlanan kişi yapar. Veba'nın bitmesini hiç istemez. Normal zamanlarda kötü bir ruh halinde olan ve vebadan biraz zaman önce intihara kalkışan Cottard, vebanın başlamasıyla birlikte dünyanın en mutlu insanlarından birisi haline  gelir. Romanın sonlarına doğru vebanın düşüşe geçmesiyle eski mutsuz günlerine döner ve vebanın tamamen kalktığı kutlama günlerinde polisle çatışmaya girer. Normal zamanların silik kişiliklerinin bir parametresi, bir aksilamelidir bu. Rambert ise, şehirden kaçmak için her şeyini veren bir yazarken, vebayla savaşan iyi insanların yanında bulunmuş ve kaçmaktan son anda vazgeçerek şehirde kalmayı tercih etmiş bir gazetecidir. Tedirgin  durumdaki insanların, buhran zamanlarında tarafsız kalanların, birazcık tepkiyle iyiliğin peşine düşebileceklerini gösterir okura.

  Rahip Panaleux ise öykünün kötü adamıdır, Rieux'un Lex Luthor'udur. Halka vebanın tanrının bir lütfu olduğunu, ondan kaçmamak gerektiğini, onun alacağı canların gereksiz ruhlar olduğunu, tanrı tarafından sınandığımızı anlatır, ve kendisine bir şey olmayacağından o kadar emindir ki, vaazlarında sürekli siz ifadesini kullanır. Kendisi temizdir çünkü, arınmış olandır, ona bir şey gelmez nasıl olsa. Ancak yanan ruhları, ölen bedenleri görünce iş değişir. O andan itibaren içini bir korku kaplar, hitaplarında siz yerine biz demeye başlar, korkusundan kiliseden bir kira evine taşınır, ve orada, kaçtığı şey onu yakalar. Veba'ya yakalanır ve acılar içinde ölür.



 Kitaptan;
' veba sözcüğü ilk kez ağza alınıyordu… dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. vebalar da savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar. bir savaş patladığında insanlar ‘uzun sürmez bu, çok aptalca!’ derler. ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. budalalık hep direnir, insan hep kendini düşünmese bunun farkına varabilirdi. bu açıdan burada oturanlar da herkes gibiydi. kendilerini düşünüyorlardı. bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı. felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçek dışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider… yurttaşlarımız da kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olamayacak. '

   Albert Camus, saçma teorisini geliştirmeye bu kitapta da devam eder. Yaşamın saçmalığı ve inancın çürüklüğü gibi temalar üzerinden işler eserini. Rahip Panaleux, hiçbir şey yapmadan, sonsuz itaat eden inanan kesimin temsilcisidir, ki sonu acı içinde ölüm olur. Rieux ise bu saçma yaşam içerisinde insanlık adına mücadele eden, insana değer veren, akılcı birisidir, ki sonunda başarıya ulaşır. Camus okuruna, yaşamın saçmalığını alt etmek için, ona anlam katmayı önerir, yaşam için mücadele edin, onun için, insanlık için bir şeyler yapın ve yaşama anlam katın der. Rieux da bunu yapar işte. Bilim, kiliseyi alt eder.

  Veba'nın çözümü sırasında, dayanışmanın gerekliliğine de vurgu yapar yazar. Rieux asla tek çalışmaz. Yanında sürekli ona yardımcı olan birileri bulunur. Kah Tarrou yardımcı olur, kah mösyö Othon, kah Grand, kah Rambert...  hatta zaman zaman Cottard'ın bile faydasını görür. ''Zorluklara karşı böyle göğüs germeliyiz işte,'' diyor Camus bizlere, ''teke karşı bir olarak, süper güce karşı tek yürek olarak.'' Ayrıca kayıp da verdiriyor karakterlerine Camus, şahsen en beğendiğim ve en çok bağ kurduğum karakter olan Tarrou'nun ölümü beni her ne kadar üzmüş olsa da, olması gereken de buydu bir yerde: Hedef kutsaldır, fedakarlık yoksa zafer de olmaz! Tarrou yaşarken aziz olmayı beceremedi, ancak ölümüyle azizlikten de öte bir konuma yükseldi, Rieux'u bile, vebayı atlatan doktoru bile kıskandırmayı becerdi, ki Tarrou da daha iyisini istemezdi zaten.

  Futbol göndermesi de yerinde ve önemliydi. Futbolculuk da yapmış olan Camus, en büyük revir olarak bir stadyumu seçer, ve kurtuluşu da bu stadyumda başlatır. ''Ahlaka dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim.'' diyen bir yazarın, dayanışmanın en çok içinde bulunduğu spor dalı olan futboldan, dayanışmanın önemine değinen bir eserde faydalanması çok önemli ve ince bir detaydı, klastı, etkiledi.

  Çok kaliteli bir eser Veba, Camus'un şimdiye kadar okuduğum -Sisifos Söyleni'nden sonra- en beğendiğim kitabı. Geriye okumam gereken tek ''başyapıt'' Camus eseri kaldı, 'Başkaldıran İnsan'. Eğer onu okuduktan sonra fikirlerim değişmezse, kesinlikle en formda Camus eserinin bu olduğunu söyleyebilirim ve kişisel ölmeden önce okunması elzem binbir kitap listeme de rahatlıkla dahil ederim. Tüm kitap dostlarına tavsiyemdir, herkesin bildiği ama okumaktan itina ettiği bu eser. Biliyorum, kütüphanenizin tozlu raflarında bir yerlerde kesin bu kitap vardır, okunmamış, okunmayı bekliyordur. Endişe etmeyin, çekin okumaya başlayın, çok kaliteli bir başyapıtı okumuş olucaksınız, güvenin bana. ;)

Son bir not: ''Yabancı'' göndermesi de harikuladeydi. ( bundan sonrası, kitapla ilgili çok önemli olmasa da, bir sürprizbozan içerir, o yüzden kitabı okumayanların devam etmemesini tavsiye ederim. :)) Kitabın bir bölümünde radyoda, bir arabı öldüren birisinin yargılanmasından bahsediliyor, hoş ve güzel bir detay olmuş, Camus'yu tebrik ediyorum. :)



Altı Çizilesi


  • ''Felaketlerin başlangıcında ve bunlar son bulduğunda hep biraz söz sanatı yapılır. Birinci durumda, alışkanlıklar henüz kaybolmamıştır, ikinci durumdaysa geri gelmiştir. asıl felaket sırasında gerçeğe alışılır, yani sessizliğe.''
  • ''Ama tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır.''
  • ''Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez. oysa nedenini bilmeden ben de bundan vazgeçtim.''
  • ''İçinde yaşadığım toplumun ölüme mahkumiyet üzerine kurulu olduğunu biliyordum ve onunla mücadele ederek cinayetle de mücadele edeceğime inandım.''
  • ''Annem de böyleydi, kendini öne çıkarmayışını severdim ve hep onunla olmak isterdim. Sekiz yıl oluyor, öldü diyemiyorum. Her zamankinden biraz daha silikleşti ve geri dönüp baktığımda artık yoktu.''
  • ''Gündüz ya da gece olsun, öyle bir saat vardır ki, insan korkaklaşır.''
  • ''Her türlü kesinliğe karşı, insanların öldürülmesinin sineklerin öldürülmesi kadar gündelik sayıldığı şu anlamsız dünyayı....''
  • ''İnsanla, onun yoksul ve inanılmaz aşkıyla yetinenlerin de en azından arada bir neşeyle ödüllendirilmesi yerindedir.''

                                                                  KÜNYE



Kitap İsmi: Veba
Yazar: Albert Camus
Yayın Yılı: 1997
Yayınevi: Can Yayınları                              10/10
Sayfa Sayısı: 304
Baskı: V.Baskı

Ağlatan adam: Hemingway

  Ernest Hemingway, caz çağı Amerika'sının en önemli yazarlarından birisiydi. ''Kankası'' Scott Fitzgerald'la birlikte modern Amerikan edebiyatının da en önemli yazarlarından birisidir aynı zamanda. Büyük bir yazardır, kafasını içki şişesinden kaldırdığı anlarda, Tolstoy derecesine bile ulaşabilir. Ancak her yazarın olduğu gibi, onun da çekemeyenleri vardı tabii.

  Herhangi sıradan bir gün, bir cemiyet toplantısında, onu çekemeyen edebiyatçılardan birisi Hemingway'e ne derece yetenekli olduğunu sorar, Hemingway ''Senin hayal bile edemeyeceğin kadar.'' diye yanıt verir. Bunun üzerine muhatabı ona, 10 kelimeyi geçmeyen, etkili bir hikaye yazıp yazamayacağını sorar. ''Eğer bunu yazmayı becerebilirsen, ve buradaki herkesi derinden etkilersen...'' der, ''o halde yeteneklerin önünde saygıyla eğileceğim.'' Birkaç yıl önce bebeğini kaybeden Hemingway, bu düelloyu kabul eder. 10 kelimeye bile ihtiyaç duymaz, 6 kelimelik bir dram öyküsü yazar. Orada bulunan hiç kimse gözyaşlarına hakim olamaz, tıpkı o günden onlarca yıl sonra bile okuduğumuzda bizim de tutamadığımız gibi. Hikaye şöyledir: 

''Satılık;
Bebek Patikleri. Hiç giyilmedi.''

16 Haziran 2013 Pazar

Kutsal Kitaplardan sonraki en bilge metin ''Siddhartha''



 Bir Brahman'ın oğlu olan Siddhartha, kendi köyünde kapalı kaldığı sırada hem rahatlığın hem de ayrıcalığın tadını çıkarır. Ancak büyüdükçe, kalbi bilgelik ve yeni deneyimler kazanma arzusuyla tutuşur. Babasına niyetini açan Siddhartha'yla çocukluk arkadaşı Govinda, bir grup gezgin derviş olan Samanalara katılmak için güvenli evlerini terk ederler. Hesse'nin romanı ilerledikçe Siddhartha'nın üzüntü ve acılarla dolu bir dünyada anlam ve gerçeği kesintisiz arayışını izleriz.

 Hem Hindu hem de Budist öğretilerden etkilenen Siddhartha, organize dinin dikte ettiği doktrinleri ve ruhun iç tahrikleri arasındaki gerilimi ustaca irdeler. Siddhartha yaşlandıkça temel bir gerçek yavaş yavaş hem ona hem de bizlere görünür hale gelir: Kendi kendini geliştirmenin tek bir yolu, hayatın nasıl yaşanacağına ilişkin tek bir formül yoktur. Hesse, bir dine, felsefeye veya herhangi bir inanç sistemine körü körüne bağlanarak ruhani bir hayat yürütme, çabalama ve kendimizi anlamlı ölçüde geliştirme yönündeki düşüncelerimize meydan okur. Bunun yerine her anın, her zaman yeni, canlı ve ebediyen değişen gerçeğini yakalamaya çalışmamız gerekir. Hesse bu canlı ve devinimsel duyguyu ifade etmek için nehir gibi güçlü bir sembol kullanır.



 Hayata, ölüme ve anlam(sızlığ)a dair yazılan bu müthiş metin, okurunu uçurumun kenarına itecek güce sahiptir, şüphesiz. 

 Oradan sonra gökyüzüne ("gökyüzü", ki en sevdiği kelimedir büyük şair İlhan Berk´in) mi, yoksa boşluktan aşağıya mı bakılacağı sevgili okura kalır.

 Her ikisi de bir yolculuktur ne de olsa. Göğün yüzünde serin uğultusunu duyarsın nehirlerin, kıyısında ömrünün kalanını geçirebileceğin. Uçurumdan aşağı kendini bırakacağın tarifsiz boşluktaysa Kamala´nın sıcak kucağı vardır belki de, yerin yüzünü öğretecek sana. Adına hayat dedikleri. 


 Bu romandaki deha, ana mesajının, Siddahartha'nın hayatının son yıllarını yanı başında geçirdiği bir nehrin yüzeyi kadar doğal ve parıldayarak akan bir anlatımla verilmiş olmasıdır.

 Çocuk insanlar, hüzünlenen, kavga eden, paylaşan küsen, öfkelenen.
 Eski bir şamana, bilge Gautama'a, insanlara tepeden bakardı ilk başlarda. Gelgelelim zamanla, karışınca aralarına küçümsedikleri değerler içinde esas bilgeliğe ulaşana dek.
 İnsanları insan olduğu için seviniz. Yaşam kavgalarıyla onlara ait her biri farklı olan özellikleriyle insan sevilir.
Eski bilgelik arayışlarına bir eleştiri de barındırır. Esas ermişliğe ulaşmak bizzatihi yaşamakla mümkündür, der. Bizler dağlara ovalara çekilip bilgeliği bulmaya çalışıyoruz yaşamadıklarımız hakkında yorumlar yapıyoruz. Bir takım ritüellerle, olacak iş değil demektedir adeta.
 Bu bir insanlık, bu bir sevgi kitabıdır. Alın okuyun ve tekrar okuyun. İnsan olmanın şerefine...



                                                              KÜNYE


Kitap İsmi: Siddhartha
Yazar: Hermann Hesse
Yayın Yılı: 1922
Yayınevi: Can Yayınları                              8/10
Sayfa Sayısı: 125
Baskı: XIV. Baskı