4 Ekim 2012 Perşembe

Siyasi tarihimizin Evrak-ı Metrukesi / ''Nutuk'' - I


     Almanlar, Adolf Hitler'i asla sahiplenmez ve adeta ''istenmeyen adam'' muamelesi gösterirler. Onun ülkelerinin imajını ne hallere düşürdüğünü bilirler çünkü. Buna rağmen, Hitler'in büyük eseri ''Mein Kampf''ı okumayan bir alman düşünülemez. Çünkü sorumluluklarının bilincindedir onlar, Alman olmanın ne demek olduğunu bilirler. Adolf Hitler'i sevip sevmemek önemli değildir ve olmamalıdır da, çünkü onların gelmiş geçmiş en büyük liderleri Adolf Hitler'dir ve bu böyle kalacaktır. Bu liderin düşüncelerini, savaşımını, karşılaştığı zorlukları öğrenmeyi, bütün Alman ulusu milli bir görev sayar.

  Peki ya biz? Büyük önderimiz Mustafa Kemal'in resimlerini, bütün devlet dairelerine asar, ona bir peygambermişçesine saygı gösteririz. Her iki türk gencinden birisi kendisini Atatürkçü olarak tanımlar. 10 Kasımlarda, ülkeyi büyük bir hüzün kaplar... Böylesine saygı duyduğumuz -ve duymamız da gereken- bir liderdir Mustafa Kemal. Peki ya onun istediği gençlik olmayı başarabiliyor muyuz? Bence hayır. Atatürk'ün Türk Gençliğine bir miras olarak bıraktığı ''Nutuk'' eserini, ülkemizde ''Twilight'' saçmalığını okuyan gençlerin sayısının yarısı kadarı bile okumamıştır emin olun. Kaldı ki bahsettiğim tam metinler bile değil...

  Peki, tüm bu dert yanma ve yakınmaları bir kenara bırakıp bu büyük ''Türk Destanı'' ile ilgili yorum üretmeye çalışırsak, neler koyabiliriz ortaya? Atatürk neden yazmıştır bu eseri? Amacı neydi? Amacını özümseye bildik mi?

  Mustafa Kemal'in İkinci CHP Genel Kurultayı'nda okuduğu ve tam 36,5 saat süren, 6 günde ancak tamamlanan bu büyük eseri, yolumuzu aydınlatan bir meşale adeta. Ulu önderimizin, o zorlu günlerde nelerle uğraştığı ve hangi zorluklara göğüs gerdiğini gösteren büyük bir başarı ve kahramanlık öyküsü... Havza ve Amasya Genelgeleri, Erzurum ve Sivas kongreleri, Amasya Görüşmeleri ve Misak-ı Milli, ardından TBMM'nin açılması, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması ve Cumhuriyetin İlanı ile biten büyük bir süreçte, yaşadıklarını anlatıyor Atatürk.
 


  ''19 Mayıs 1919 yılında Samsun'a ayak bastım.'' diyerek başlıyor eserine. Ve daha ilk sayfadan, padişah Vahdettin'e karşı büyük bir nefretle söylemlerini üretmeye başlıyor... Ardından ülkenin içinde bulunduğu genel durum ve vaziyet hakkında bilgilendirmelerde bulunuyor.. Bu eserde ufkumu genişleten en önemli şeylerden birisi, Atatürk'ün uğraştığı imkansızlıklar konusunda oldu. Atatürk, maddi imkansızlıklarla uraştı tabii ki, ancak  tarih kitaplarında bize aksettirilen derecede bir zorlukla karşılaşmadığı gerçeği de şüphesiz. Atatürk asıl, kafalarla uğraşmış bu savaşta, onu öğrendim. Gerici ve padişah yanlısı zihniyetin yarattığı zor durumları aşmaya çalışmış, başarısı da bu olmuş zaten.

  Çok büyük bir fikir adamı Atatürk. Bazen şefkatli bir baba gibi, bazense haşin bir komutan. Politika konusunda çok becerili. Eserde öğrendiğimize göre, birçok meclis tartışmalarında, tek başına konuşmalarıyla meclisin genel konjüktürünü değiştirmeyi başaracak denli güçlü bir siyasetçi. Daha Samsun'a adımını atmadan önce vardı aklında Cumhuriyet'in İlanı. Ancak bunun öyle hemencecik yapılamayacağını, hele hele o anki şartlar altında namümkün bir durum olduğunu çok iyi biliyordu. Attığı tüm adımları da buna göre attı zaten.

  Savaş sırasında, bir postane şefinin hızlı ve akıllı olmasının bile ne kadar önemli olduğunu öğretti bana Atatürk. Başarının gelmesi için, herkesin büyük bir özveri ile, varını yoğunu ortaya koyarak çalışması gerektiği gerçeğini gösterdi.
 
  Askeri dehanın ne demek olduğunu da gösterdi bana. ''Hattı müdafaa yoktur, Sattı Müdafaa vardır. O Satıh, bütün vatandır.'' diyebilecek denli bir dava adamı olduğunu öğretti bana. Yurdun menfaatlerinin her şeyden üstün olduğunun farkına varmamı sağladı.

  Peki tamamiyle toz pembe miydi bu kitap? Her şeyiyle müthiş, her şeyiyle mükemmel miydi? Hayır tabii ki... Bunun da bir çok eksik yanı, başarısız ya da yanlı yönleri vardı. Onlara da öbür yazımda değineceğim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder