16 Temmuz 2012 Pazartesi

Kafka'nın ''Şato''su




    ''Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.'' ''Biri Joseph K.'ya iftira atmış olmalıydı çünkü hiçbir kusur işlememiş olmasına rağmen bir sabah ansızın tutuklandı.'' ''Bir hizmetçi kız onu baştan çıkardığı ve ondan çocuk sahibi olduğu için fakir anne babası tarafından Amerika'ya gönderilen on altı yaşındaki Karl Rossmann, artık yavaşlamakta olan gemide New York limanına girerken, çoktandır gözlediği Özgürlük Heykelini birdendire sanki güçlenen güneş ışığında  gördü.'' Kafka'nın romanlarında konuya bodoslama dalışına alışkınız. Şatoda da değişen bir şey yok. Hiç bir betimlemeye girmeden, farisi sözcükler kullanmadan, direk derdini anlatmaya girişiyor bu yapıtında da. ''Gecenin geç bir vakti köye vardı K.'' Ve bir daha da çıkamıyor o köyden..

    Kafka'nın Şato'su (orijinal olarak; das Schloss) kesinlik ve şüphe, ümit ve korku, mantık ve saçmalık, düzen ve kaos ikilemleri üzerine kurulmuş bir başyapıt. Diğer yapıtlarından ayrılan nokta ise (belki sadece Amerika(Kayıp) ile benzetebileceğimiz) umudunun olması. Şato'yu kesinlikle tek bir yapıt olarak düşünmemek gerek. Kafka'nın Dava'sının devamı gibi okumalara son derece açık -ve de uygun- bir eser karşımızdaki. Benzerlikler baş karakterden başlar, -İkisinin de ismi K.'dır.- kadınlara bakış açısı noktasında belirginleşir,-Kafka'nın tüm yapıtlarında kadınlara karşı sert ve uygunsuz  bir bakışı vardır ve bu bakışını, fahişelerle olan geçmişine yormak mümkün. Ancak kadın olgusu Amerika ve Dönüşüm eserlerinde güvenilmez ancak güven verici figürlerken, Dava ve Şato'da tamamen çıkarcı ve uygunsuz bir cinsiyete dönüşür.- toplum yapısına bakışı ile birbirinin devamı hüviyeti kazanır ve bürokrasi noktasında yek hale gelir. Ayrıca Dava ve Şato eserlerinin çıkış noktası da aynıdır. İkisi de, Kafka'nın muazzam kısa öyküsü ''Yasa önünde'' öyküsünün uzun versiyonları gibidir. Bu ve bunun gibi benzerlikler, Dava ile Şato'yu sadece yazar bakımından değil, tema ve konu bakımından da kardeş eserler olarak görmek mümkün. Tabii bunun sonucunda, Şato'suz bir Dava ya da Dava'sız bir Şato okuması yapmaya çalışmak, çok yetersiz ve sağlıksız olacaktır diye düşünüyorum. İki eser arasındaki temel fark, yazımın başında da belirttiğim gibi Şato'nun daha umut dolu olmasından ileri gelmekte. Dava yaşama kapkara gözlerle bakar, K.'nın davayı kazanma şansı yoktur ve K. da davayı kazanmak uğruna hiçbir şey yapmaz, büyük bir kabullenmişlikle karşılar her şeyi. Dava'daki atmosfer, kesinlikle sonucun kötü olacağı yönünedir. Şato'da ise umut vardır. K., sürekli Şato'yu bulmaya çalışır ve kendisini hep şato'ya yakın hisseder, şato tarafından atanmış bir kadastrocudur sonuçta. Klamm'ın onunla haberleşiyor olması da onun umutlarını arttırır. Kısa yoldan söylemek gerekirse, Dava kanserken, Şato tedavisi henüz keşfedilmemiş ama ilkel yöntemlerle yenilebilen bir hastalıktır. Umut hissi her zaman vardır. Ancak faydasız bir umuttur bu. Hancının karısının dediği gibi, Şato seninle asla iletişime geçmez ve sen de asla Şatoyla iletişime geçemezsin. Yani şatonun umut dolu olduğunu söylememize rağmen, bir çözüm sunmadığını da belirtmeliyim. Yazar, kazanamayacak olsak da savaşmamız gerektiğini önerirmiş gibi bir hava hakim kitaba.



  Biraz da Kafka'nın Şato metaforuna göz atalım. Kafka'nın K. 'sının bakışının üzerinde sabit duramadığı şeyin  kendisidir Şato. Kaçmanın, tepede olmanın, bulanık ve kaygan olmanın, her şeyin elden gelmesinin, sistemin ulaşılmaz iç mantığının unutmayla, unutulmayla, hatırlama ve hatırlatmayla ilişkiye girdiği insan köylerinin yönetim merkezi ya da Gregor Samsa'yı böceğe çeviren sihirli ama çirkin işlerin, insan olmanın hiçbir değerini gözetmeyen modern dünyanın,-kadastrocular atayan- öz mekanıdır. Şundan eminiz ki bir ''Şato'' var, saklıyor kendisini ve yaşama tümden hakim. Buna ister bürokrasi deyin, ister Tanrı, ister devlet. Genel kanıya göre, Şato cennet olarak nitelenmiştir, K. ise cenneti arayan yalnız bir yabancı. Ancak işin kolayına kaçmak gibi geliyor bu bana. Her şey bu kadar basit olamaz.

  Bana göre Şato devlettir. Köy ise uyuyan ve itaat eden toplumu temsil eder. Şato köyün üzerinde, kendisine sorgusuz sualsiz itaat edecek toplumu baskı altında tutar. Memurlar, onların sekreterleri, kalem odaları, haberci ve kuryeler ise Dava'da çok net gördüğümüz karmaşık ve çoğu zaman tıkanan bürokrasinin sembolüdür. Kafka yapıtında, mükemmel bir ''başkaldırı'' örneği sunar. Köye kadastrocu olarak atanan ancak kitabın sonunda aslında kadastrocu olmadığını anladığımız K., çok masumane bir sebeple köye geliş sebebini arayan başkaldıran insanı temsil eder. Başkaldırısı çok masumane ve kabul edilebilir bir düzeydedir, tek amacı geliş amacını ve görevini anlamaktır. Ancak sistem, her şeyi olduğu gibi, onu da öğütür ve K., ilk geldiği zamanki isteğiyle Şatoyu aramayı bırakır. Onun yerine, dışlandığı topluma tekrar geri kazanılmak ister. Kafka, burada ortaya öyle bir tipleme koyar ki, sayfaları çevirme hızınıza kendiniz bile şaşırırsınız: Barnabas ailesi! Bu son derece varlıklı ve köyün kalburüstü ailelerinden biri olan ailenin, tüm varlığını kaybetmesi için, kızlarının şatonun basit bir memurunun koynuna girmeyi reddetmesi yeterli olmuştur. Günümüzde de durum bundan ibaret değil midir? Devletler dokunulmaz durumda değil mi? Herhangi bir memur bile, toplumda istediği insanı gözden düşürebilecek güce sahip. Bu da, Kafka'nın gözlem yeteneğini gözler önüne seren bir durum olsa gerek. Kafka'nın kitaptaki büyük başarısı da tam olarak burada yatıyor. Başkaldıran insan tiplemesindeki K.'nın davasından haklı olmasına rağmen hemen vazgeçip kendini şato'nun gazabından koruması, ancak Barnabas ailesinin davalarında direnip şatonun gazabına uğraması. K.'nın Olga Barnabas ile yüzleşmesi ise, dillere destan.

  Vikipedi'den öğrendiğimize göre kitabın tasarlanan sonu, şu şekilde. K. ölene kadar köyde yaşayıp Şato'dan haber bekleyecek. Ancak ölüm döşeğinde, Şato'dan kendisine işe kabul edildiğine dair bir mektup gelecek, ancak K. bunu okuyup hayata gözlerini yumacak. Tam bir Kafka sonu! Bürokrasiye edilebilecek en büyük küfür belki de. 90 yaşındaki hastalara, 2027'ye randevu veren bir bürokrasimiz olduğu düşünüldüğünde, kesinlikle doğru bir tespit.Kafka'ya da böyle bir son yakışırdı zaten.

  Son olarak toparlamak gerekirse, Şato, karamsar bir ruhun okuyucuyu nasıl kendi karanlığında boğduğuna dair nadide bir örnek. Yazarın romanda yarattığı merak, gizem duygusunu müthiş tetikliyor ve her sayfayı büyük bir hızla çevirmenize neden oluyor, ancak her şey yerinde sayıyor. Siz ise bunu büyük bir keyifle okumaya devam ediyorsunuz. Çok mazoşistçe bir eser olduğu kesin! Kesinlikle okuyunuz, okutunuz ve içerisinde kaybolunuz.



Altı Çizilesi



  • K'nın kendini sürekli yolunu kaybedeceği ve kendinden önce hiç kimsenin yaşamadığı yabancı bir yerde, havasının bile kendi memleketindeki havanın bir parçası olmadığı yabancı biri olarak hissettiği; insanın yabancılıktan boğulacağı ve bu yabancılığın anlamsız ayartmalarının karşısında insanın devam etmekten ve yolunu kaybetmekten başka hiç bir şey yapamayacağı duygusuna kapıldığı saatler geçti.
  • Bütün kadınlar memurları sever. Memurlar kendilerini sevmese bile.

                                                               KÜNYE



Kitap ismi:Şato
Yazar:Franz Kafka
Yayın Yılı:1924
Yayınevi:İthaki                                                         8/10
Sayfa Sayısı:359
Baskı:3.Baskı
Çevirmen:Şükrü Çorlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder