3 Temmuz 2013 Çarşamba

Hasta Adam: Kafka'nın 130. Doğum Yılı Sebebiyle bazı Mülahazalar



  Kafka'yı anlatmaya nereden başlamalı? Dikkat çeken bir tipi yok, düpedüz alelade. Kısa boylu, zayıf, hasta görünümlü. Sanki o an orada bulunmak istemiyormuş gibi, aslında hiçbir zaman hiçbir yerde olmak istemiyor gibi. Hiçliğin tam ortasında, çıkmak istiyor, ama çıkışı bulamıyor. Kendisine yardımcı olacak bir baba figürü de yok besbelli. Yapmak istediği, ulaşmayı hedeflediği büyük ülküleri var sanki, anlamak için gözlerinin ta en derinine bakmanız gerek, çünkü bunları içine gömmüş belli, su yüzüne çıkartmıyor, çıkartmamaya çalışıyor daha doğrusu. Kendince haklı sebepleri de var, hukuk öğrenimini yarıda bırakmış, başarısız bir iş hayatı olan, kadınlarla arası iyi olmayan, -Prag genelevlerini iyi bilir bilmesine, ama düzenli bir sevgilisi yok, hatta hiç yok, sevdiği demiyorum dikkat- cemiyete girdiğinde dikkatleri çekmeyen, -bazı kaynaklar Kafka'nın son derece yakışıklı olduğundan, boyunun son derece uzun olduğundan ve cemiyetin ''yakışıklılarından'' olduğunu söyler, ama birazdan paylaşacağım fotoğraf sanırım bunları çürütmeyi tek başına becerecektir- yakın arkadaşı Max Brod ile kaçar göçer, pek de samimi olmayan(gerçi kitaplarını kendisine emanet etmiştir. Sanırım buradan, Kafka'nın samimiyetini göstermeyen, daha çok içinde yaşayan bir kişiliği olduğu sonucunu çıkarabiliriz.) babasıyla arası bozuk bir kişilik sonuçta. Peki bu ''çürük kişilik'', nasıl oldu da 21. yy. edebiyatının en başarılı, en büyük, en ikonik, en ilgi çeken, en magazinsel ve anlaşılması en zor yazarı oldu? Cevap basit: Çürük bir yaşantıya karşılık, pırıl pırıl bir zeka, müthiş bir gözlem ve zehir gibi bir akıl ile, ayrıca mükemmel bir üslup ve eserlerindeki zamansızlık tozuyla. 



    Kafka, şahsi olarak en sevdiğim yazardır. Onu Camus takip eder. Kafka'nın yarattığı dünya, insanı öylesine sarıp sarmalar, öylesine büyük sıkıntılara sürükler ki... Okurken can çekişirsiniz adeta, Ceza Kolonisindeki mahkumun yerine kendinizi koyar, acılar içinde debelenirsiniz, Yasa önüne kadar gelir, ancak kendi basiretsizliğiniz yüzünden geçmeyi beceremezsiniz, Karl Rossman olursunuz, Amerika'ya kaybedenleri oynamaya gelirsiniz, Kadastrocu K. olur, hiç ulaşamayacağı Şato'ya ulaşmaya çalışmasını okurken yorulursunuz. Kendinizi bulunduğunuz andan kopartır, zaman-mekan algısını kırar bir bakıma, günümüz gerçeğini alternatif bir gerçeklikte, en acı şekilde yüzümüze vurur. Tanrı hakkında düşündürtür, yasaların ve yargının kokuşmuşluğunu fark ettirir, modern aile yapısının çarpıklığını fark etmenizi sağlar. Kendi çektiği sıkıntıları, size de yaşatır okurken, hepsi de güncelliğini koruyan sıkıntılardır. 

Kafka, yaşamı boyunca baba figürüyle hep sıkıntı yaşamıştır, babasıyla yaşadığı gerilimli ilişki, eserlerine de yansımıştır bitabii. Bu etkileri en net şekilde Hüküm, Dönüşüm ve pek tabii Babaya Mektup eserlerinde gözlemleriz. Babaya Mektup'ta, babasına yazdığı mektuplarda, o muhteşem edebiyatçının en çıplak halini gözlemleriz: Babası karşısındaki korkak halini. Babasıyla yüz yüze gelse asla konuşamayacağı şeyleri,mektuplar aracılığıyla bildirir ona, kendi fikirlerini ve düşüncelerini bu yönle ona aktarma fırsatı bulur. Hüküm öyküsünde ise, hiç var olmamış Moskova'daki bir arkadaşına mektup yazan bir kişinin, babasına duyduğu sahte ilgi maskesinin, yine babası tarafından bu yolla düşürülmesi anlatılır. Dönüşüm'de ise baba, aynı zamanda bir tanrı simgesidir: Adem'i yasak elma yediği için cennetten kovan Tanrı'nın! Burada baba, Samsa'yı odadan kovmak için, tekrar tanıdık bir nesneyi kullanır, kızıl elma. Tanrının kulunu terbiye etmesidir bu. Kafka'nın babasına bakış açısı da bu şekilde daha net okunabilir: Kendisine şefkat sunan birisinden çok, kendisini terbiye eden birisi olarak görür onu. 

  Yukarıda bahsettiğim o ''karizmatik Kafka'' fotoğrafını da paylaşiyim yeri gelmişken. Kafka, sahilde, kumların üzerinde, müthiş karizması ve yakışıklılığıyla arz-ı endam ederken. :)

O zamanlardan Samsa'nın geleceği belliymiş. ehehe

  Kafka, günümüzü derinden etkilemiş, son derece büyük ve kaliteli bir yazardır. Ben okurum diyen her kişinin en az bir eserini mutlaka görmesi, lezzetini tatması gerekmekte bence. Onu okumadan edebiyat hakkında bir şeyler söylemeye çalışmak, çok yavan ve eksik kalır, tıpkı Dostoyevski, Sartre okumadan olacağı gibi. Dün, onun 130. Doğum Günüydü, iyi ki doğmuş, iyi ki o sıkıntıları yaşamış ki onları özümseyerek bu mükemmel eserleri meydana getirmiş, iyi ki Max Brod'la arkadaş olmuş, iyi ki eserlerini Max Brod'a yakması için emanet etmiş ve iyi ki Max Brod bu emaete iyanet ederek bu eserleri bizlere kazandırmış ki bizler de Kafka'yla tanışabilmişiz. Günün anlam ve önemine dair, Kafka'yı anmak adına yapılabilecek en iyi şey, onun anlatılarını alıp okumaya dalmaktır şüphesiz, ben de tam onu yapıyorum şu an. Keyifli okumalar. :)



 Bu da benden hediye: En sevdiğim öykülerinden olan ''Açlık Sanatçısı''ndan bir bölüm...

"... açlık gösterilerinin tam anlamıyla memnun kalmış tek seyircisi yine kendisi olabilirdi. gel gelelim açlık şampiyonu da bir başka bakımdan asla memnunluk duymuyordu; belki de kendi şahsına karşı beslediği hoşnutsuzluk, onun bu kadar zayıflamasına yol açmaktaydı."

kendinden bu denli hoşnut olmamak. burda bay kafka'nın açlık şampiyonu karakteriyle kendini eşleştirdiği söylenebilir. lakin bu noktada, kafka'nın hâlen tanrı-yazar olarak hikâyesini yazmadığını görmek çok güzel, ne alçakgönüllülük. yukardaki alıntıdaki 'belki de' lafının tazeliği:

-peki neden aç kalmak zorundasın?
-çünkü ister istemez(!) aç kalmak zorundayım,
-bak sen! peki, neden aç kalmak zorundasın?
-çünkü.. çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum. bulsam inanın ki böyle bir ün peşinde koşmaz, ben de sizin gibi, başkaları gibi karnımı tıka basa doyururdum.

hayır, hoşnutsuzluk değil bu kadar zayıflamasına yol açan şey. bu kadar basit. başkalarından farklı olmamızın nedeni bu kadar basit. yalnızca hoşuna giden bir yemeğin olmaması farklı kıldı. kafkayı farklı kılan hangi basit neden? alçakgönüllülük yalnız biri olurdu şüphesiz’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder